Volkan Canalioğlu-Trabzon Belediye Başkanı

Uygarlıklar beşiği olarak bilinen ve tanımlanan Anadolu’nun, dünya tarihinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Kuşkusuz bu ayrıcalığın farkına varmamız, Mustafa Kemal Atatürk’ün akıl ve bilimi rehber edinerek kurduğu Cumhuriyet ve onun sağladığı aydınlanmayla birlikte zirveye ulaşmıştır. O, “milli kültürün her alanda açılarak yükselmesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olarak temyiz edeceğiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” diyerek Türk Devleti’nin kültüre dayandığını, ulusal kültürün yükselmesiyle Türk ulusunun ve devletinin de yükseleceğini özellikle vurgulamıştır.

Bu anlayışın sonucu olarak, çağdaş eğitim ve bilimsel araştırmalar yapacak üniversiteler kurulmuş, tarihsel süreçte Anadolu’da yaşamış uygarlıkların ortaya çıkarılması için yoğun çalışmalar başlatılmıştır. Anadolu’da Hititleri, Sümerleri anlamak demek bir yönüyle üzerinde yaşadığınız toprakları tanımak olduğu gibi uygarlık tarihine önemli bir katkı sunmak anlamına da gelmektedir.

Doğu Karadeniz Bölgemizde önemli bir merkez olan güzel ilimiz, tarihsel süreçte kuzeydeki kavimlerin Kafkasları aşarak güneye doğru yeni ufuklara yelken açtığı, benzerine az rastlanan kavşaklardan biridir.

Kent yerleşiminin M. Ö. 2000’li yıllardan daha eskiye kadar uzandığı bilinmektedir. Bu süreçte Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Komnenoslar’ın ve Osmanlıların egemenliğine girmiş olan kentte, bu saydığımız uygarlıkların hemen hepsinin izlerini görmemiz mümkündür. Trabzon’da Sümela Manastırı gibi Roma döneminde yapılan dinsel yapıtlardan Bizans döneminde yapılan su kemerleri ve surlara, Komnenos döneminde yapılan Ayasofya’dan Osmanlı döneminde yapılan Bedesten’e kadar hemen her uygarlığın izlerini görebilirsiniz. Dünyanın en büyük mimarlarından biri olan Mimar Sinan’ı Osmanlı’nın baş mimarı yapan Kanuni Sultan Süleyman’ın doğduğu kent olan Trabzon’da, babaannesi Gülbahar Hatun’un yaptırdığı cami de bütün görkemiyle kentimizi süslemektedir.

Tarihsel süreçte insan eliyle üretilmiş bulunan adını sayamayacağımız kadar çok sayıdaki kültürel miras sayesinde Trabzon, bugün dünyanın sayılı kentlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır. Çünkü bu eserlerin hemen hepsinin, bu kente, bu kentte yaşayan insanlara ve dünya barışı ve medeniyetine önemli katkı sağladığı kuşku götürmez bir gerçektir.

Trabzon’un halen ev sahipliği yaptığı kültürel miras olarak adlandırdığımız taşınmaz kültür varlıklarının korunması, bakımı, yaşamsal mekânlar haline getirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması başta bu kentin yöneticileri olmak üzere hepimizin ortak görevidir. Kültürel mirasa sahip çıkmak, yerelden ve bireyden başlamak kaydıyla topyekûn bir koruma bilinci oluşturmakla sağlanabilir kanısındayım. Korumanın bir diğer vazgeçilmez unsuru ise, tecrit ederek korumak değil, bu eserlerin yaşamımızın işlevsel bir parçası haline getirmek suretiyle korunması olduğu gerçeğidir.

Trabzon Belediyesi olarak, kültürel mirasın korunmasına bu doğrultuda yaklaşmaktayız. Bir yandan bütçe imkânlarımız doğrultusunda restorasyonlar yapan bazı eserleri işlevsel hale getirmeye çalıştığımız gibi imar faaliyetlerinde kültürel mirasın korunmasına özel bir önem vererek bu eserlerimizi gelecek kuşaklara aktarabilmenin çarelerini aramaktayız.

İlimizde korunması gerekli kültür varlığı olarak tespit edilmiş ve tescillenmiş kültürel miras kapsamında kentsel, arkeolojik ve doğal sit ile yapı bazında 1007 adet eser bulunmakta olması kentimizin geçmişi hakkında önemli bilgi vermektedir.

Ülkemizdeki kültürel mirasın korunmasında çok önemli çalışmalara imza atan Tarihi Kentler Birliği’nin toplantısına ev sahipliği yapma onurunu yaşayan Trabzon kenti ve bu kentin Belediye Başkanı olarak, bugünden itibaren bir seferberlik başlatılarak ülkenin her karış toprağının adım adım gezilerek belgeleme ve tescil çalışmasının başlatılması çağrısını yapmak istiyorum. Bir yandan tescil edilmiş kültürel mirasın bakımı, onarımı, korunarak gelecek kuşaklara aktarılması yapılırken, öte yandan belgelenemediği ve korumadan yoksun kaldığı için giderek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan eserlerimizin kurtarılmasını, gelecek kuşaklara aktarılmasını diliyorum.

Prof. Dr. Metin Sözen-Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu Başkanı, ÇEKÜL Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

Ülkesinin topraklarından kopup gelen insanlar, bu toprakların bizim olduğu inancını gündeme öncelikli olarak koyacaklardır. Karadeniz demek, “dağ deniz ve Karadeniz” demektir. Dağ ve deniz birlikteliği, insanların yapısını etkiler. Hırçın, her saat değişen bu coğrafya insanlarını farklı olma, farklı çabalar içinde olma kimliğine büründürdü. İkisinin arasında inanılmaz bir dünya kültürünün, soyut-somut kimliğin hepsi vardı. Ama elli yıl içinde dağ başkalaştı, deniz başkalaştı.

Dağ deniz Karadeniz! Pek dağla deniz arasında yarım yüzyılda ne oldu? İkisinin arasında her şey kendi bilincinde, aklında, kendine özgü ve diriydi. Behçet Necatigil, “ne olduysa son elli yılda, bu ikisinin arasında oldu.” diyor. Dağ, deniz, insan arasındaki ilişki son elli yılda yıprandı. İnsanlar farklı açılımlarda çırpındı. Biz bunun düzeltilmesi için buradayız. Biz şimdi, erkin bizde olduğunu söyleyerek hareket ediyoruz. Buradaki toplantı Türkiye’nin kendisidir. Seçilmişlerin ve atanmışların eleştiriden öte bir şey yapmak için bir araya gelmesi yarım yüzyıl sürdü. Kimliğimizi bizden başka kimsenin sahiplenmeyeceği anlayışı bizi burada birleştirdi. Bundan sonra her bölgeyi gözden geçirerek yeniden bu coğrafyaya egemen olmak istiyoruz.

Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki son toplantımızı yapıyoruz. Buradan sonra Eylül 2006’da Mardin ve Midyat’tayız. Bizi bizden başka kimse esenliğe yöneltecek değil. O yüzden AB, uluslararası kuruluşlar, biz diri durduğumuz zaman anlamlı doğrulara ulaşacaktır.

Yıllar önce burada birlikte olduğumuz insanların bazıları rahmetli oldu, bazıları da ağarmış saçlarıyla burada oturuyorlar. Buraların anılarıyla beslenen insanlarla beraberim. O zaman dağ dağ, deniz denizdi, arada hiçbir şey olmamıştı. Geçmişimizi doğru yargılamak için yanlışımızın altına imza atabilmeliyiz.

Farklılığımız bizim zenginliğimizdir. “İnsan yaşadığı yere benzer”, diyor Edip Cansever, ama yaşadığı yeri diri tutması temel sorumluluğu, bunun sürekliliğini sağlamaksa aklıdır. Elli yıl önce burası çok kapalı bir bölgeydi. Necmettin Karaduman’ı bu noktada anmalıyız. 24 saat içinde çok değişen bir coğrafyayı anlatıyordu: Sis, bulut, yağmur, deniz… Ne olacak bu Karadeniz dedik? Önce bir envanter yaptık. Merkezi hükümet yetmezse “biz ne yaparız?” sorusunu sorduk.

Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çıkardığı son yasalarla durduğumuz pozisyon o günden farklı. Kaynak, birliktelik artık bize dönüyor. Bu erk bize döndükten sonra daha önceki gibi yanlış kullanılmadan yeni bir sistematiğe ulaşmamız gerekiyor. Bölgeye ilk geldiğimizde, “suyla gelen kültür” temasıyla burayı dünyaya açmak istedik. Burada amaç halka oturduğu toprağın değerini anlatmaktı. İnsanın kendi burada olmadıkça hiçbir ulusal ya da evrensel değere uzanamaz. Bu bahsettiklerim anıları anlatma değildir, kısa sürede gelinen yolun küçümsenmemesi gerekliliğidir.

İnsan yaşadığı yere benzer. O yüzden bu uygarlık coğrafyasını yerel, ulusal, evrensel farklı bir düzeye ulaştırdığımız gün; TKB farklı hassasiyetiyle, kimliğiyle gündeme girecektir. Gündeminiz hayırlı olsun.

Mehmet Özhaseki-Tarihi Kentler Birliği Başkanı, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Başkanı

Anadolu’nun bu güzel köşesinde bize ev sahipliği yapanlara teşekkür ediyorum. Konulu ve anlamlı toplantılarla yılda birkaç kez biraya geliyoruz. Su-yayla-kent ilişkisini uzmanlarımız tartışacak ama ben de bir iki cümle edeyim izninizle. Sonra da birliğimizin geldiği noktayı anlatmaya çalışacağım.

Su hayatımızın vazgeçilmezi, su-toprak-hava-enerji dörtlüsünden biri, hatta bu dörtlünün başında geliyor. İnsanlar köylerini kentlerini kurarken hep su yanına kurmuşlar. Suyla olan bağlantı reddedilmez bir gerçek. Bugün 2 milyar insan temiz su bulamadan, onun getirdiği sorunlarla yaşıyor.

Yaylaların önemi ise farklı. Bizim insanımızı yayla insanı olarak tarif edebilirsiniz. Ne de olsa göçebe toplumuz, bu göç hâlâ da devam ediyor. 10.-12. asırlarda yaylalarda hep Türkmenler varmış. Kentleşirken yaylaları terk etmişiz, şimdi dinlenme yeri gibi görüyoruz. Geçenlerde bir ekiple Karadeniz’in kıyısını boydan boya gezdik. Güzellikler hepimizi etkilerken insanların yaptıkları bizi üzdü. Yalnızca Karadeniz için değil tüm sahiller için geçerli bu. Suçlama yok sözlerimde. Depremden sonra bile yeterli önlem ve sorumluluğu almadık. Hem müteahhitte hem belediyede hem meslek odalarında hem o evi alan insanda suç var. Tek suçlu aramak yanlış olur. Bunları yaptırmak için belediyeleri zorlayanlar bizim insanımız.

Ortak sorumluluğu taşımalıyız. Bu topraklar ve bu doğa bizimse bunun kıymetini bilmemiz lazım. Yurtdışından birileri geldiğinde onların karşısında ezilmemize hiç gerek yok.
Geçenlerde İstanbul’da TKB’nin 5 yıl içinde geldiği yeri, danışman hocalarla tartıştık. Oradan çıkardığımız notlar şunlar: TKB 2000’de Bursa Büyükşehir Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı ile kuruldu. Bugün mecliste yeni üyeler de kabul edilirse tam 200 üyemiz oluyor.
Doğru bir birlik bu. Amaç doğruluğu var, hedef doğruluğu var. Katıldığım diğer birlik toplantılarında bu sıcaklığı göremiyorum. Keşke bu birlik daha önce kurulsaydı ama bugünden sonrasını da iyi planlamak lazım.

Metin Hoca’nın şöyle bir tespiti var: Belediyeler eskiden yaptıkları parklardan bahsederlerken, şimdi korudukları eserleri resmediyorlar. Şuur değişmiş. Burada biz bir aile olduk, kimse parti, yöre ayrımı yapmıyor. Herkes var. Umarım bu uzlaşma kültürü tüm Türkiye’ye dalga dalga yayılır. Aynı duyguları da paylaşıyoruz. Bir taraftan tarihi eserleri korurken bir taraftan da kültürümüze sahip çıkmaya çalışıyoruz. TKB olarak bu yönde yeni atılımlarımız olacak.
Neler yapıyoruz peki: Anadolu’da yılda 2-3 toplantı yapıyoruz. Temmuz’da Beypazarı, Kasım’da Niksar’da seminerler yapacağız. Yeni yasalardan bahsedeceğiz. Bunlardan nasıl yararlanacağımızı anlatmaya çalıştık, buna devam edeceğiz.

Beşiktaş’taki uluslararası toplantı muhteşemdi. Fatih Belediyesi ev sahipliğinde yapılan ödül töreni de aynı şekilde. Yalnız “200 Ortak 200 Eser” projesi hakkında bir sitemim var. Belediyeler para bulmak için neler yapıyor, ama biz para dağıtıyorken bize gelen pek yok.10-100 milyar arası para vereceğiz tarihi eserleri projelendirmek için. Amacımız 200 eseri kurtarmak, ama şimdiye kadar 51 başvuruda kaldık. Bu yıl müracaatlar 30 Haziran’a kadar devam edecek. Müracaat edin para verelim.

Bir ay kadar önce bir yurtdışı gezisi yaptık Prag ve Budapeşte’ye. Orada kent bütününde kimlikli bir koruma nasıl yapılır hep birlikte gördük. Trabzon Belediye Başkanı az önce 1000 eserden bahsetti. Bütün kentlerimizde durum böyle ama bu eserler bir doku içinde değil kentte tek başlarına ayakta durmaya çalışıyorlar. Bazı istisnalar var Safranbolu, Beypazarı gibi.

Biz fabrika kuracağız diye yapıyoruz her şeyi, ama insanlar kentlerini korumaya öncelik vermişler. Önümüzdeki yıl içinde olacak yurtdışı gezisini bugün mecliste belirleyeceğiz.
Soyut kültüre sahip çıkılması konusunda TKB olarak adım atmamız gerekiyor. Kendi kültürümüzü korumak gerekiyor. En ciddi gündem kültürümüze sahip çıkmak.

TKB merkezini Anadolu’da başkanla birlikte gezen bir yerden, İstanbul’a aldık. Uzman, danışman arkadaşlarımızın olması gerekiyor. Maddi ve bilgi birikimimiz var. Öyle bir yer bulacağız ve ÇEKÜL Vakfı’yla birlikte orada olacağız… Uğrak yeri, çözüm noktası, buluşma noktası olacak orası.

Hüseyin Yavuzdemir-Trabzon Valisi

Böylesine önemli bir toplantıda, bizleri bir araya getiren ortak idealler, ortak heyecanlar, ortak projelerdir. Çağdaş dünyada yerel yönetimlerin giderek daha önemli olduğu bir süreci yaşıyoruz. Bu gelişme, hem demokratik uygulamaların derinleşmesi, hem insan haklarının genişlemesi, hem dünyamızın daha yaşanabilir kılınması umutlarını taşıyor. Tarih sürecinde Türklerin yapı sanatı Selçuklularla birlikte bir çizgiye oturmuş, Osmanlılarda ise Mimar Sinan’la birlikte bu çizgi doruğa ulaşmıştır. Hoşgörü ile Anadolu insanın sevgisini kazanan Türkler asırlarca Anadolu’da yaşamışlar ve Anadolu’yu imar etmişlerdir. Bu haliyle Anadolu’daki uygarlığın oluşumunda Türklerin payı çok büyüktür. Kendi öz değerlerimiz ve bu değerlerin içinde bulunduğu ve dünya mirası sayılan tüm Anadolu kültürünü korumak en önemli görevimizdir.

Kuşkusuz bu yeni dünyanın pek çok özlemi ve girdisi var. Ama çok açıktır ki, bu yeni tasarımın temel taşlarını doğa, tarih ve kültür varlıkları oluşturacaktır. Çünkü biliyoruz ki kalıcı barışın, kalkınmanın, çağdaşlaşmanın ve toplumsal adaletin vazgeçilmez unsurları da bu zenginliklerdir. Bütün uygarlıkları var eden değerlerin başında bu temel birikimler gelir. Elbette bu zenginlikleri modern teknolojilerle buluşturmak, çağdaş yaşamın gereksinimlerini gözeterek tasarlamak ve uygulamak zorundayız.

Tabii ki sorumlulukları var bu kentin. Trabzon’la birlikte Anadolu’da içinde sayısız eser barındıran açık hava müzesi niteliğinde birçok kent var. Dünyaya olan sorumluluğumuz da bu noktada. İnsanların bu zenginliklerini ortaya çıkama çabalarını, Türkiye yeni keşfetmeye başladı. Önemini biraz geç fark ettik. Medeniyetlerin beşiği olan bu ülkede izler ne kadar yıpranmış olsa da kalanlar bile hala tüm dünyanın ilgisini çekiyor.

Peki tarihi mekânlar bizim için ne ifade eder?

Kimi ihtişamlı bir yapı, kimisi kurtarılmak için bizden medet uman virane bir yapıdır. Ama her ne halde bulunurlarsa bulunsunlar bu tarihi mekanlar ve yapıların bizler için kıymeti maddi değerlerle ifade edilemeyecek kadar değerlidirler.

Biz tarihi mekanlardan ve yapılardan hareketle, bizden önceki nesillerin yakalamış oldukları medeniyetin ipuçlarını yakalarız; sosyal ilişkilerini çözümleriz. Teknolojik imkânların farkına varırız. Sanat ve edebiyat alanlarındaki birikimlerini fark ederiz. Siyasi ve idari durumları hakkında fikir ediniriz. Ufuklarını, hayallerini, vizyonlarını, korku ve endişelerini tespit ederiz. Onların zaman ve mekân algılarını keşfederiz. Doğayla, tanrıyla, diğer canlılarla nasıl bir diyalog içinde bulunduklarını duyumsarız. O toplumların önceliklerini kavrarız.

Söz konusu yapılara örnek olarak mabetleri, hanları, sarayları, kaleleri, çarşıları, anıtsal eserleri verebiliriz. Buna paralel olarak Trabzon’da 1286 adet tescilli kültür varlığı olduğunu ve Trabzon’un da açık hava müzesine dönüştürülebilecek bir kültür varlığı potansiyelini içinde barındırdığını belirtmek gerektiği düşüncesindeyim.

Kâbe’de maddi ve manevi alemin bütünleştiği noktayı, Mısır piramitlerinde ölümsüzlüğü arayan insanın macerasını, Ayasofya ve Süleymaniye’de dindar insanın heyecanını, zevk, estetik ve yaşama sevincinin kıvılcımlarını keşfederiz.

Dağınık ve çok kubbeli camilerden, büyük ve merkezi kubbenin boy verdiği Selimiye ile biz adeta kuruluş dönemi ve Beylikler Çağı’nın Osmanlısı’ndan, İmparatorluk Çağı Osmanlısı’na geçisin hikâyesini okuruz.

Geçmişten günümüze ulaşan mabetler, köşkler, sokaklar, çeşmeler, camiler, kervansaraylar, medreseler, saraylar sadece bir taş yığını olarak bize gelmezler. Bu tarihî değerler inşa edildikleri döneme ait her türlü birikimin kodlandığı birer gerçek ve somut vesika olarak karşımızda dururlar. Okunmak, anlaşılmak, yaşatılmak isterler.

Kuşkusuz şu da biliniyor ki, tarihî  mekanlara sahip çıkarken, onları onarırken aynı zamanda geleceğe sahip çıkıyor, kimliğimizi yeniden inşa ediyoruz. Tarihî  Kentler Birliği bu bilinçle, bu misyonla farklı mekânlarda buluşuyor. Kutlu kervanına bu bilinç ve duyarlılıkta olan yeni katılımcılarını çağırıyor.

Bu bağlamda Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Özel İdaresi ve Belediyemizce Trabzon’da restore edilen birçok önemli yapı mevcuttur. Bu binalar kent için önemlidir ama birkaçına işlev kazandırmak ve ivedilikle turizmin hizmetine sunmak gerekmektedir. En azından mevcut projelerin hayata geçirilmesi Trabzon açısından büyük önem taşımaktadır.

Hepimiz biliyoruz ki, doğa ve kültürün yaşam şansı, “kalıcı değerlerde buluşmaktan” geçmektedir. Tarihin ideolojisi yoktur. Tarih herkesin ortak değeridir. Tarihle ilgili sahiplenme duygusu herkesin ortak değeri olmalıdır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer, İstanbul’da gerçekleştirilen Şehircilik Kongresi’nde “Kentleşme apartmanlaşma değildir.” demişti. Kentleşme, tarih ile gelecek arasında bağın kurulmasıdır.

Somut olmayan miras konusu da TKB gündemine alınmalıdır. Sözlü olmayan miras kavramını Türkiye dünyadan önce yasal mevzuatına aldı. Dolayısıyla kültürün bu boyutu ihmal edilmemelidir. Folklorumuz, bayramlarımız, geleneklerimiz, türkülerimiz ve yemeklerimizi nasıl unuturuz?

Şu andaki beraberliğimiz ise, devletin yönetildiği, yönetenleri içinde yaşadığı bu ortamdan, ülkemizin derinlikli tarihinden güç alan yerel yöneticilerinin, uluslararası kültür-sanat kuruluşlarıyla birlikte, küreselleşen dünyaya, yerelden evrensel ortamlara gönderdiği “anlamlı bir buluşmanın” işaretidir. Yorgun dünyamız, savaşlarla değil, birlikteliğe dayalı “kültürel zenginliklerle” kalıcı bir gelecek yaratabilir. Ülkemiz bunun önderliğini yapacak kadar yüklü bir birikimin sahibidir. Tarihî Kentler Birliği, bu büyük varlığın sorumluluğunu paylaşmak üzere yola çıkmış bulunuyor. Altı yıl içinde aldığı yol, yarattığı güven ortamı, “büyük bir değişimin” işaretidir. Yeni yasal düzenlemelerin sağladığı olanaklarla, gelecek beş yıl çok daha farklı olacaktır.

Sol yıllarda ülkemizde kültür varlıklarını koruma yönünde büyük atılımlar ve mevzuat değişiklikleri gerçekleştirilmiş, bu bağlamda Özel İdare bünyelerinde KUDEB’ler (Koruma Uygulama Denetleme Büroları) oluşturulmuş ve oluşturulmaya devam edilmektedir. Taşınmaz kültür değerleri için yapılan işlemlerde KDV indirimleri sağlanmıştır. Tüm bu çalışmalar kültür turizm yatırımlarını desteklemek, kültür mirasımızı en iyi ve en doğru şekilde gelecek kuşaklara aktarabilmek amacını taşımakla birlikte, turizm de ülkemizin hak ettiği geliri elde etmeye yöneliktir.

Bugüne kadar Trabzon ilimizde yapılan tüm kültür varlığı ve kentsel dönüşüm projeleri de tarihî kent dokusunun korunmasında oldukça başarılı adımlardır. Trabzon’un tüm Anadolu Kültür Varlıkları ve Tarihi Kentler Birliği içerisinde doğru nokta da, doğru platformlarda yerini alacağına ilişkin inancımız sonsuzdur.

Sözlerime son verirken, ilimizde gerçekleştirilen bu buluşmanın tarihi ve kültürel mirasının korunmasına ve yaşatılmasına katkıda bulunan TKB’ye teşekkürler ediyor hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Prof. Dr. Mustafa İsen-Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı

Belki hikâyeyi biliyorsunuz ama tekrarlamak istiyorum. Arap ülkelerinden bir mühendise su bul denmiş. Fakat mühendis petrol bulmuş. Deneye deneye hep aynı şey olmuş, hep petrol. Mühendis “Allah kahretsin, gene petrol!” demiş.

Bizim Anadolu’da tarihî eserlerle ilişkimiz böyle. Nereye kazma vursanbir şeyler buluyorsunuz. Örneğin bir apartmanlar için kazılan temeller de bile birçok eser bulunuyor. Ama bu eserleri iyi değerlendiremiyoruz.

Bu toprakların geçmişi çok önemli. Merkezi yönetimle belediyeler arasında bir çatışma varken, yeni bir kurgu yapıldı TKB ile. TKB burada çok işlevsel bir yerde duruyor. Üst düzey yönetimin temsilcileri olarak size şükranlarımı sunuyorum. Ülkemizde bu anlamda değişim varsa, burada TKB’nin çok etkili bir rolü vardır. Bu ayrıca bir ihtiyaca da denk düşer. TKB, Bir ihtiyaç ve o ihtiyaca denk düşen akıllı yaklaşımın iyi sonuçlara nasıl ulaşılacağının örneğini oluşturacak bize.

Kanunlar ve yönetmeliklere dair çalışmalar 2005’te tamamlandı. 2006’da restorasyon faaliyetleriyle ilgili bir seferberlik başlatılacak. Bir örnek: Emlak vergilerine ilave edilen %10 ile sadece İstanbul’a 10 trilyonluk kaynak aktarılmıştır. Küçük bir serzeniş: Belediyeler bu %10’u bile intikal ettirmekte zorlanıyorlar. Ellerinde güçlü projeler olmadığı için kullanamıyorlar. Koruma kurullarının yavaşlığından şikâyet ederdi belediyeler. KUDEB’leri kurduk ama üzülerek söylüyorum ki Türkiye’de KUDEB’leri kuran belediye sayısı bir elin parmakları kadar. İlçeler de bunu kurabiliyorlar ama büyükşehirler biraz imtina ediyor bu durumdan.

Sadece ihtiyaç değil kaynak da önemli. 180 trilyon civarında kaynak aktardık geçen yıl. Şimdi aktarılan bu kaynakların incelemesini yapıyoruz. Yine üzülerek söylüyorum, bu kaynakların yarısından fazlası bankada yatmaktadır ve kullanılmamıştır. Kaynak problemini çözdük projeleri hayata geçirmede problem yaşıyoruz.

Uzunca bir süredir, Dünya Mirası Listesi’nde UNESCO Avrupa’ya öncelikli verdiği için, Avrupa ihtiyaçlarını karşıladı. Şimdi ise UNESCO 3. dünya ülkelerine öncelik veriyor. Türkiye 9 eserde tıkandı. UNESCO Türkiye Milli Komitesi oluşturuldu ÇEKÜL Vakfı da üyesi. Biz şimdi “Türkiye Miras Listesi”ni oluşturmak istiyoruz. Bunları yavaş yavaş yukarı doğru taşıyıp, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne eserleri buradan yollayacağız.

Bakanlık olarak taşra teşkilatımızı belli ölçülerde yerel yönetimlere devretmek istiyoruz. Bu yükü üstten atmak değildir. Ben belediyelerin kültürel koruma konusunu sahiplendiğini ama eğitim faaliyetlerini sahiplenmediklerini görüyorum. Belediyeler kültürel çalışmalar envanterini gerektiği gibi kullanmıyor kanaatindeyim. İngiltere’de belediyelerin bütçelerinin eğitim ve kültüre harcanan kısmı inanılmaz boyutta.

TKB’yi bakanlık olarak sonuna kadar destekliyor ve onu birlikte iş yaptığımız bir kuruluş olarak görüyoruz. Saygılar sunuyorum.