Van Valiliği ve Van Belediyesi tarafından İl Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantı Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı…
Açılış Konuşmaları şu sırayla yapıldı:
Şahabettin Özarslaner- Van Belediye Başkanı
Sönmez Karabulut- Van Mimarlar Odası Şube Başkanı
Erdoğan Bilenser- TKB Başkanı (Bursa Büyük Şehir Belediye Başkanı) yerine Dr. Bekir Kumbul, TKB Başkan Vekili (Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı)
Prof.Dr.Yücel Aşkın- 100.Yıl Üniversitesi Rektörü
Hikmet Tan- Van Valisi
Şahabettin Özarslaner- Van Belediye Başkanı, konuşmasında Yerel yönetimler olarak üstlendiğimiz önemli kimliğimizin farkındayız. Dünya global sisteminin önemli göstergelerinden biri olan yerel yönetim işlevi, takdir edilir ki, kentine bir kimlik kazandırmak, ileri, seviyeli, demokratik bir oluşum içine çekmek, refah ve huzurlu bir ortam yaratmak, halkın ve sağduyunun sesi olmak, onlara hizmet etmektir.
Bunun yanında sahip olduğu kültürel, tarihsel, otantik ve doğal değerlerine sahip çıkmak, onu dünya kamuoyuna duyurmak ve kalıcı bir eser bırakmaktır. Yeni nesil için yarınlara emin ve güvenilir bir kent belde bırakmaktır… dedi. Van Gölü’nün kirlilikten kurtarılması için bir çağrı yapan Özarslaner, “Gelin Ortadoğu ve dünyanın yakın gelecekteki turizm merkezi Van Gölü Havzası ve çevresi ile dünyanın 4. büyük gölünü kirlilikten kurtaralım. Tarih ve kültür mozaiği bölgemizdeki binlerce yıllık kültürel ve tarihsel mirası koruyalım ve geliştirelim. Birbirimize sahip çıkmalı ve uygarlık yolunda yarışmalıyız” dedi.
Solda Van Belediye Başkanı, sağda Mimarlar Odası Başkanı… Aşağıda salondan görüntüler…
Van Mimarlar Odası Şube Başkanı Sönmez Karabulut da koordinasyon ve işbirliği eksikliğinden yakınarak, bu Buluşma’nın iyi sonuçlar doğurmasını umut ettiğini belirtti. (*)
Sonra TKB Başkanı Erdoğan Bilenser’in ilettiği mesaj okundu:
Sayın Valim,
Sayın Belediye Başkanlarım,
Değerli Konuklar,
Tarihi Kentler Birliğimiz kurulduğu 2000 yılından bu yana hızla gelişti ve birbirinden başarılı etkinlikleri ve birliktelikleri, sizlerin de desteği ve çabasıyla gerçekleştirdi.
En son Mayıs ayında Bursa’da gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Toplantımızın, sonuç bildirgesinde de belirttiğimiz gibi, Birliğimiz tarihsel ve kültürel mirasın korunması konusunda verilen ‘uluslararası sözlerin’ tutulmasına katkıda bulunmaya devam edecektir.
Yine çok başarılı olacağına inandığım ‘Tarihi Kentler Birliği Van Buluşması’nı Van Belediyesi ve Van Valiliği’nin ev sahipliğinde gerçekleştiriyoruz. Maalesef, daha önce belirlenmiş olan programım nedeniyle sizlerin aranızda bulunamıyorum.
Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin kültürel gündeminde önem kazanan ‘somut olmayan kültürel miras’ kavramının ele alındığı bu etkinliğimiz, Ankara Beypazarı Bildirgemizde ilan ettiğimiz ‘Korumanın 5 Yılı Kampanyası’nın önemli bir adımı olacaktır.
Bu etkinliğimizin gerçekleştirilmesini sağlayan başta Van Valisi Sn. Hikmet TAN’a, Van Belediye Başkanı Sn. Şahabettin ÖZARSLANER’e, ÇEKÜL Vakfı Başkanı değerli hocamız Sn. Prof. Dr. Metin SÖZEN’e, Tarihi Kentler Birliği Genel Danışmanımız Sn. Oktay EKİNCİ’ye, Tarihi Kentler Birliği üyesi değerli meslektaşlarıma, bilimsel katkıyı sağlayan Van 100. Yıl Üniversitesine ve Rektörü Sn. Prof. Dr. Yücel AŞKIN’a ve tüm katılımcılara teşekkür ediyorum.
Toplantının başarılı geçmesini diler, en içten saygılarımı sunarım.
Dr. Bekir Kumbul şunları söyledi:
TKB Anadoluyu buluşturan, bizim harcımız olan bir değerimizdir. 2000 yılında doğan bu bilinç her yıl Anadoluyu sarıyor, büyüyor. TKB ilgili sivil toplumun temsilcileriyle buluşmuş bir Birlik’tir. Kimlikli kentleri yaratabilmek için bu kimliği önce kendimizin tanıması, kavraması ondan sonra Anadolu’ya yayması gerekir. AB diyorsak, ona kültürümüzle kendi kültürel kimliğimizle üye olmamız gerekir. Dünya coğrafyası üzerinde otuzdan fazla medeniyetin yaşadığı ve her medeniyetin kendine özgü özelliklerini yansıttığı bir coğrafyada, geçmişin değerlerini bugüne yansıtıp geleceğe ışık tutmaya çalışıyoruz. Bu 3 aylık toplantılar bizi birbirimize yaklaştırmıştır. Anadolu’nun her noktası ayrı heyecan, farklı kültür, farklı mozaik yansıtıyor. Anadolu açık bir müze, uyuyan bir dev ve o dev bir gün ayağa kalkıp çığ gibi büyüyecek. Bu coğrafyada değerler yaratılmış, bu değerler yani somut olmayan miras: gelenekler, görenekler, müzik, gastronomi, toplumları toplum yapan kültürel değerler, o insanı insan yapan değerler yani somut olmayan miras.
Antalyalılar dergisinde, ‘Nereden ne zaman gelmiş olursan ol Antalyalı’sın ve kültürünü yansıt’ diyoruz. Bir çoğumuz geçmişle ilgili en fazla dördüncü nesli biliriz. Öyle mi olmalı? Yukarıdan yavaş yavaş birer birer kopacak bu değerler; onların gelenek görenekleri, yaptıkları, tüm bunlar yazılmalı. TKB üyelerine öneriyorum; ‘geçmişten geleceğe kentimiz’, bu görüşle sahiplenme duygusu artıyor. Sahiplenme, kültüre sahip çıkmayı, korumayı getiriyor yani somut olmayan mirasımızın tarihimizle birlikte taşınmasını sağlamalıyız.
Sürdürülebilir kalkınmanın temeli, sürdürülebilir çevre ve çevreye sahip çıkmak, temel değerlerimizi, kültürümüzü ortaya çıkarmaktır. Kültürel globalizm; değişik kültürlerin insanlar tarafından algılanabilmesi, yaşanabilmesi, tüm insanlığın ortak mirası, tüm insanlığa mal edilmesi, onu ortaya çıkarıp insanlığa sergilemektir. Kimlikli, kişilikli kentler arkasından kimlikli Anadolu’yu yaratmalı ve bu kimlikle mirasa sahip çıkılmalıdır.
100. Yıl Üniversitesi Rektörü’nün Program’da adı olmasına rağmen kendisi yoktu. Onun yerine orada bulunan Van Milletvekili Yekta Haydaroğlu (AKP);
Geçen hafta Napoli’deydim, bizi Pompei’ye de götürdüler, oradaki turist sayısından çok etkilendim, burada da 700 yıllık mazi var, turizm lazım bize de diyerek, kişisel görüşlerini ve kültür anlayışını açıkladı salona…
Van Valisi Hikmet Tan ise, Bugün hayatımın en mutlu günü diye başladığı konuşmasında önemli bir dönüm noktasında bulunduğunu bunun için çok mutlu olduğunu söyleyerek, “tarihi ve kültürel değerleri korumak ve gelecek nesillere harap olmadan aktarmak için çaba gösteren tüm kurum ve kuruluşlara destek olmak gerekiyor. Bunun için elimden gelen desteği vermeye hazırım. Özellikle Van Gölü’nün kirlilikten kurtarılması için sürdürülen çalışmalarda Belediye’mizin Almanya’dan almak istediği dış kredi için gereken desteği verdim” dedi. Hikmet Tan, sözlerine şöyle devam etti:
TKB’ye, bu fırsatı sundukları için şükranlarımı sunarım. Van buluşması Bursa toplantısında belirlendi, tarihi yakın olduğu için de bazı aksaklıklar yaşanmış olabilir, bunu bir dahakine telafi edeceğiz…
Müsadenizle 2 önemli tesbitimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Biz bu buluşmadan ne bekliyoruz?
Özellikle Van Gölü Havzası ile ilgili düşünceleri, çözümleri ve sorunları dile getirecek özellikle hemşehrilerimizin bunu dinlemesini istiyorum. Sadettin Tantan ve Nami Çağan başkanlığında sayın valilerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Özellikle Van Gölü Havzası’nın sorunlarının dile getirildiği bir bildiri yayınlandı. Bazı çevreler bunu protesto etti ancak bu toplantı yaptıkları bu talihsiz protestonun bir cevabı olacaktır.
Antalya Belediye Başkanı’mız ve bizim Belediye Başkanı’mızın da dile getirdiği gibi, öncelikle bu kimliği tüm Türkiyeye ve sonra dünyaya tanıtmak, gerekir. Bunu da özellikle havzamızın sorun ve çözümlerini gün ışığına çıkarmakla başlayabiliriz. Biz ilimizin bir kongre merkezi olması için çalışmalara başladık, inanç turizmi konusunda ısrarla duruyoruz çünkü bana göre inanç, insanları ayırmaz, birleştirir. Van’ın bir kongre merkezi olması konusunda sıkıntılar çekiyoruz ancak bu sıkıntılar sadece Van’a ait sıkıntılar olmadığı için, burada Bitlis valisiyle de ortak çalışmaya başlayacağız.
Van Gölü Havzası’nın diğer bir sorunu ise çekilmez hale gelen Üvez Sineği sorunudur. Temmuz, Ağustos aylarında oturmak mümkün değil. Bu sorunun havza boyutunda çözülmesi gerekir ki bunu iki il olarak çözeceğiz.
Van Gölü Havzası’nın kültür, turizm ve sanatsal değerlerinin kitlelere tanıtılması için yapılması gerekenler var. İran ile 250 km’lik bir sınırımız var. Bu insanlar bizimle ortak çalışmak, alış veriş, ticaret yapmak, sporda ortak olmak istiyorlar. İran Büyükelçiliği’nden, Urumiye Valisi ve Azerbaycan Valisinden Van arasında “hava köprüsü” kuralım teklifi geldi. Onlar bizlerle herşeyi yapmaya hazır. Kapıköy İran arası 30 km yolun düzeltilmesi gerekiyor. İran bu konuda çalışmaya başladı. Van- Hoy- Kapıköy arası transit karayolu geçişinin sağlanması için çalışıyorum. Sayın milletvekilimizin de bu konunun üzerine düşmesini istiyorum. Tatvan Van deniz yolu, Van İran demiryolu veya Türki Cuhuriyetlerle Van arası demiryolu, Tatvan- Gevaş- Edremit- Van, Tatvan- Erciş- Van arası demiryollarının projelerinin geliştirilmesi lazım. Milletvekilimizin bunun da arkasında olup, konuyu izlemesini istiyorum. Belediye Başkanımız projelere daha çok destek gerektiği konusunda söylediklerini ben de destekliyorum. Almanya’dan gelen teknik heyetlerle valilik olarak bu projeyi desteklediğimizi söyledik. Milletvekillerimiz bu konuyu takip etsin ve yarım kalan bu arıtma projesini tamamlasınlar istiyorum.
Bir ay önce Mustafa Sarı, İnci Kefali’nin göç yollarını tanıtan, yumurtlamak üzere derenin içine göçü gösteren bir belgesel hazırladı ve bu belgesel tüm televizyonlarda yayınlandı. Bu Van’ın değerini dünyaya tanıtmak için en iyi yoldur…
Sonra yarım saatlik bir Çay Molası verildi ve bu sırada aynı mekanda açılmış bulunan Sergiler gezildi…
Daha sonra Van Gölü Havzası’nda Tarih, Kültür ve Çevre başlıklı ilk oturuma geçildi. Oturumu TKB Danışma Kurulu ve ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen yönetti…
Sunumlar:
Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam (100. Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi); Van Gölü Havzasının Tarihsel ve Kültürel Varlıkları,
Doç. Dr. Mustafa Sarı (100. Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi); İnci Kefali,
Prof. Dr. Recai Karahan (100. Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi);El Sanatları,
Prof. Dr. Zahit Ağaoğlu (100. Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi); Van Kedisi
Yrd. Doç. Dr. Şahabettin Öztürk (100. Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi); Van’ın Yeraltı Su Kanalları / Kehrizler,
Sanatçı Enver Özkahraman; Van’ın Tarihi ve Kültürel Yaşamı
Prof. Dr. Metin Sözen şöyle konuştu:
Vali Hikmet Tan, TKB’nin kuruluşunda Bursa’da evsahibi idi, şimdi Van’da evsahibi… Yaptığı konuşma bir açış konuşmasının ötesindeydi… Burada yazı yazmayı, not tutmayı geleceğe bildirecek bir Birliğin içindeyiz. Her akla geleni konuşmak zorunda değiliz. Bilim insanları masa başında billgi ürettiği zaman bilim gereksizdir. Burada bilimi hayata taşıyan insanlar oturuyor. Burası için üretiyorlar, dünya için de üretiyorlar. Bilimi topraklara taşıyınca bilim değerlidir. Buradaki arkadaşlar kendilerini buraya adamışlardır. Uygarlık, bilime alternatif, getirdiği zaman ciddidir. Bilginin akışı havza boyutunda olacaktır. Havza boyutunda koruma budur. Van Gölü… O çanağın içinde rengi hergün değişen bir su… Doğudan gelen, savaşlar bitirien insanlar bu suyun kenarında oturup dinlenmişlerdir. Doğu ile batının nefes aldığı nokta, büyük çatışmalar burada olmuştur. Onun için burada konuşurken çok dikkatli olmak zorundayız. Bu yüzden bir vefa borcu olarak Mahalli İdareler Genel Müdürü Kayhan Kavas’ı buraya çağırıyorum
Kayhan Kavas: 10 yıl önce Hakkari’de Yüksekova Kaymakamı idim. O zamandan bu zamana çok şey öğrendim. Hocam bir vefadan bahsetti, bir borç varsa eğer, biz hepimiz ona borçluyuz, vatan ve kültür sevgisiyle hafızalarımızı yaşanabilir kılmak, hafızamızı neden nasıl kullanmamız gerektiğini bilgece bize öğreten Metin Hocamı selamlıyorum.
Bugün 1000’in üzerinde ‘Birlik’ var. Bu birlikler dünyada yaygın ve önemliler. Ülkemizdeki birlikler ize ne yazık ki arzu edilebilir yerde değiller. Ama TKB başka, o diğerlerine örnek olmalıdır. ‘TKB ortak paydayı doğru belirlemiştir’ dendi, neden ortak paydayı doğru belirledi? Konunun öneminin farkında olan belediye başkanları son hız çalışıyor. Kültür ve tarih mirasına sahip çıkmak; onu bilmek, anlamaktır. Yarınlarla ilgili hedef koyabilmek için bilmek anlamak gerekir. Yarınlara hedef koymak için konuyu anlamak, halka yaymak ve halkla birlikte konuyu uygulamak gerekir.
Prof. Dr. Metin Sözen :
Şimdi buradaki bilim insanlarımız ‘Üniversitede ışık saçma’nın ne anlama geldiğini burada kısa sürede anlatacaklar. Tarihsel mirasın tüm parçalarını toplayan-koruyan bir gruptalar, ÇEKÜL üyesi, STK lardan aldığı uyarı ve destekler üniversitedeki çalışmalarına yön vermektedir. Bunun için yetiştirdiği gençler için teşekkür ediyorum. Burada eşit koşullarda eşit yerde duruluyor. Beldelerle belediyeler eşit konumda… Bu eşitlik beraberlikle daha güçlü olmayı getiriyor. İlk sözü Abdüsselam Uluçam’a veriyorum…
Sayın milletvekillerimiz Van hakkında pek malzeme olmadığını söyledi, ancak yanlış anlaşılmasın, Van’ın 35 yıldır üretilmiş ciltler dolusu kitapları var. Van gölü havzasının kurumlarla ilgili sorunları var. Konuların kısa zamanda çözülmesi için 4 yıl önce Kültür ve Tabiat Değerlerini Koruma Bölge Kurulu kuruldu. Ama hala faaliyete geçemedi. Bunu da milletvekilimiz de söylüyor. Tarihi eserlerin bir çoğu kalmamış, bir çoğu yıpranmış ve yok olmuş. Ama biz her zaman burada varız ve iletmeye hazırız. diyerek, açılıştaki milletvekili konuşmasına gönderme yapan Uluçam, gerçek bir bilim insanı tavrı sergileyerek, konuşmasında yer alan URARTU kültürüne ilişkin 10 dianın, kendisi tarafından değil, bu konunun uzmanı Prof. Dr. Oktay Belli tarafından sunulmasını önderdi ve Prof. Belli’yi sahneye davet etti.
Prof. Dr. Oktay Belli:35 yıldır burada çalışıyorum. Boğazköy-Hattuşaş Almanların elinde, tek Urartu uygarlığı bizim elimizde. 1959’dan beri 1200’den fazla tanıtım yayını yaptık. Geçmişte yaşanan ama somut olmayan miras, biz bu duruma düştük. Abdüsselam Uluçam özellikle Ortaçağ İslam döneminde ait tüm kültür varlıklarının envanterini yaptı ve yayınladı.
Erçek gölünün doğu kısımında Karagündüz, Urartu öncesinin nasıl geliştiği ve erken dönemi konusunda bilgi verir.
Yakın doğuda 5.yy ın son çeyreğinde Urartu Krallığı geliyor ve burayı başkent seçiyor, kayalığa kale yapıyor. Bu bölgedeki ilk ve tek başkent oluyor. Bu kale 1380 metre uzunluğunda doğu-batı doğrultulu, yerden 60 metre yüksekliğinde, güneyi dahil 80 metre. Anadolu’nun en görkemli Urartu mezarlığı burada. Askeri ve siyasi eylemler bu mezarların duvarlarına yazılmış. Başka yerde yok. Açık hava kültür merkezi.
Urartu uygarlığının en büyük katkısı bize ilk yazıyı getiriyor. Tanrıları, töreleri, bölge isimleri kral isimleri konusunda çok önemli belgeler yapıtlar var. Urartu’dan sonra kimse Asur’a haraç ödememeye başlamış. Urartu kanunlarının betimlendiği bir kalkan bulundu. 1963’ten beri kazısı yapılıyor. Gürpınar ovasında yapılmış. Urartu mimarisinin en önemli mimarisi. Bu kazıları bilim için değil, turizm için yaptık. Urartular Anadolu’nun ilk kuyumcu toplumu, madenleri en iyi kullanan uygarlığı.
Eski Van ve 1920’den sonra gelişmiş bir Van kenti var. 19. yy da 84.000 nüfuslu bir kentten 1915’ten 1918’e kadar Ermeni ve Rus birliklerinin heryeri ateşe vermesiyle yok oluyor.
Süleyman Han camiisi 1534 yılında yapılmış. Ahlat Şahlar döneminden kalan Van Ulu Camiisi 4 şiddetinde bir depremle yıkılacak. İran’dan Harput’a, başka tuğla minareli camii yok. Kızıl türbeli camii Selçuklulardan kalma. 1567 tarihinde Mimar Sinan’a yaptırılmış bir külliye bulunmakta. Kazılar parasızlıktan devam edemiyor.
Çifte Hamam—–Külliye Geçit
Kaya çilingir camiisi, Çifte Hamam külliyesi örnek alınarak yapılmış
Kerpiç doku——Van mimarisinin geleneksel örneği
Abdurrahman Babe türbesi her Perşembe panayır yeri olur öğleden sonra.
Halime Hanım kümbeti sağlam
Akdamar’daki Akdamar kilisesi, Kral Viking yaptırmış.
Erek dağında 7 kiliseler olarak bilinen Ermeni isyanlarının başlatılıp ilk yerel gazetenin basıldığı kilise.
Aslında Van gölü çevresinde çok başkent var. Eski Ercişte suyun altında kaldı. Ahlat merkezi, sonra Çelebi mezarlığı Selçuklu mezarlarının en büyük örneklerinden.
Doç. Dr. Mustafa Sarı (100. Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi):
İnci Kefalini çok toplantıda anlatırım ama bence en önemlisi bugünkü toplantı. Çünkü TKB tarih-sanat değil, bir bütünsel yaklaşım çerçevesinde İnci Kefali’nin yaşam öyküsü, yaptıklarımız ve şu an olduğu noktadan bahsedeceğiz.
Van Gölü 60.000 yıl önce, Süphan ve Nemrut’un lavlarını püskürmesiyle oluşmuş. Muş ovasıyla bağlantısı kopmuş ve genç bir okyanus olarak nitelendiriliyor. Tatvan ve Ahlat’ın kesim noktası en derin noktasıdır. Van gölünü derinlik olarak cezveye benzetebiliriz. PH 9.8 , denizin 8.2 ,buna acı su diyoruz ve dünyanın en büyük soda gölü. Dünyada hiç birinde canlı yaşamaz içinde ama Van gölünde yaşıyor. İnci Kefali aslen sazangillerden. Ekonomiye katkısı: 2000 yılında 1.2 trilyon, 2002’de 10 trilyon ciro 14.000 insanın geçim kaynağı. Akarsu havzalarına sadece üreme zamanı göçer. Normalde 25 metre de gölde yaşar. Zooplanktan ve Sitoplanktan yer. Van tuzlu ve sodalı olduğu için nisan başından itibaren akarsu ağzında 1 ay bekler. Suyun sıcaklığı akarsularda uygunlaşınca girer ve yumurta bırakır ve göle geri döner.
Bu dönemde suyun yüzeyine 200-300 balık atlıyor çünkü aşağısı çok yoğun, yukarı çıkıp daha az yoğun yerlere bırakmaya çalışıyorlar. İnsanlar uzaklaşınca dere kenerlerınan martılar geliyor. Üreme göçü zamanında derelerin ağzına büyük sürülerle geliyorlar. Balıkçılar manyat ağlarıyla buradakileri topluyorlar, buradan kaçanlarsa derelere iniyor. İnsanlar burada taşlardan bentler yapıyor, dinlenmek için gelen balıklar burada yakalanıyorlar. %90’ı 40-45 günlük dönemde avlanıyor. %10’u 100-120 günlük ve önerilen balıkçılık döneminde avlanıyor, oysaki 1 balık 10 yumurta bırakıyor. IUCN’de kırmızı listeye inci kefali de dahil edildi.
16. yy da bu balıklar geri dönerlerken avlanıyorlardı ve dışarı pazarlanıyorlardı. 70’li yıllarda kış balıkçılığı yaygınlaşmaya başlamıştı. Şimdi bol balık çıkınca kilosu 1.750.000 TL’ye bile indiği oluyor. Yavaş yavaş kontrol altına almaya başladığımız yumurtlama dönemi balıkçılığı 5 yılda %90’dan %45’e indirilebilmiş, kış balıkçı sayısı ise %16.5 den %19.5 e çıkmıştır. %70 taze, %30 tuzlanmış tüketiliyor. %60’I şehir dışında. Çünkü soğuk hava deposu, balık pazarı yok. Bu konuda vali ve belediye başkanından ortaklık istiyoruz. Muradiyede köyünde balıkçı eğitimi veriyoruz. Buradaki en büyük eksiklşiğimiz bir balıkçı barınağı yok, onun için kış balıkçılığı güvenli olmuyor. Sürekli köprü üstüne köprü yapılıyor, ayakları setleniyor ve balıkların geçişi sağlanamıyor. Aplangez, balık geçiş yolu yaptı. Herkesi haziranda ikinci kefali göçünü izlemeye çağırıyoruz.
Prof. Dr. Zahit Ağaoğlu – VAN KEDİSİ:
Tarihçe
Kedilerin evcilleştirme işleminin MÖ 3000 yıllarında başladığı, MÖ 1600 yıllarında ise tamamen evcilleştirildiği ileri sürülmektedir. Kedilerin evcilleştirilmesinde farelerle mücadele, dini inanışlar ve talih olayları önemli rol oynamıştır.
Mısır’da kutsal sayılan ve bir tanrıça olarak kabul edilerek Bastet olarak adlandırılan kedilerin öldürülmeleri idam sebebi olarak kabul edilmiştir.
Günümüzün evcil kedilerinin ataları Avrupa ve Afrika yaban kedisi olarak kabul görmektedir.
Van kedileri ile ilgili olarak Charles Texier’in yaptığı araştırmalarda bu kedinin anavatanı Altay dağlarının etekleri ve Buhtarma şehri olarak gösterilmektedir.
Van kedilerine ait ilk bilgiler Hitit mücevherleri ve mühürlerinde karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra Romalıların bu bölgeleri ele geçirmelerinden sonra roma savaş araçlarında Van kedisinin resimlerine rastlanmaktadır.
Dünya kedi ırkları arasında özel bir yere sahip olan Van kedisi; bir gözü turkuaz mavisi, diğer gözü kehribar sarısı, uzun fildişi beyaz tüyleri ve sevecen mizaçları ile insanların büyük bir beğenisini kazanmıştır. Bu güzel fiziksel özelliklerinden dolayı çağlar boyunca Anadolu’da ve tüm dünyada insanların dikkatini çekmektedir. Özellikle neslinin azalmasından dolayı son yıllarda büyük bir ilgi toplamaktadır.
Van kedilerinin neslinin hızla azalmasının nedenleri arasında hızla artan şehirleşme, yöre halkının sosyal ve ekonomik durumu, salgın ve bulaşıcı hastalıklar başta gelmektedir. Bunların dışında mevcut kedilerin bilinçsizce ve rasgele çiftleşmeleri nedeniyle başta kalıtsal özellikleri olmak üzere bu hayvanların soyları yozlaşmakta ve Van kedisi özelliğini kaybetmektedir. Bunun sonucu olarak Van kedisinin değişik varyeteleri ortaya çıkmaktadır.
100.Yıl Üniversitesi’ne bağlı Van Kedisi Araştırma Merkezi; Van kedisinin gittikçe azalan neslini korumak ve ıslah etmek, sayılarını artırmak amacıyla; bilimsel araştırmalar yapmak, saf Van kedilerinin üretilmesini sağlamak, sağlık problemlerine çözüm bulmak, genetik özelliklerini ortaya çıkarmak, laboratuar, barınak, kedi ev ve köyleri gibi tesisler kurmak suretiyle kaybolmaya yüz tutmuş olan bu genetik mirasa sahip çıkarak yörenin folklorik değer ve zenginliklerine katkıda bulunmak amacıyla 1992 yılında kurulmuştur.
Merkezin çalışma alanı yukarıdaki genel hükümler ve amaçlar doğrultusunda: başta Van Gölü Havzası olmak üzere Türkiye ve Dünyaya yayılmış olan Van kedilerinin problemleriyle ilgili çalışmalar yapmaktır.
Bu amaçla Van kedisi Araştırma Merkezi bünyesinde “Van Kedisi Ana-Yavru Sağlık Dispanseri” kurulmuştur. Dispanserimize müracaat eden kedi sahiplerinin kedileri için soy kütüğü, kimlik kartı ve sağlık durumlarını takip etmek için “Beyaz Kart” verilmektedir. Dispanserimize bu kartla başvuran bütün kedilerin her türlü muayene ve sağlık kontrolleri hiçbir ücret alınmadan yapılmaktadır. Bugüne kadar toplam 365 kedi sahibine bu kartlardan verilmiştir.
Çeşitli basın ve yayın organları ile yapılan röportajlar sonucunda il dışında bulunan Van kedilerinin de envanteri çıkarılmış olup, değişik nedenlerle merkezimize mektup veya telefon ile ulaşan kedi sahiplerine de her türlü yardımda bulunmaya çalışmaktadır. 4 yıl Ankarada ve yurtdışında Petshop fuarlarına katıldık. 30 araştırma merkezi, doktora tezleri yazdık ve bir çoğu uluslararası düzeyde dergilerde yayınlandı. Bu sayede sadece kedi değil, Van yöresi de taıtılmış oldu. İngiltere İşçi Partisi vekili sembolik çekler gönderdi ve ha la gönderiyor. Ancak bu destek bizim vekillerimizden gelmiyor. Birlikte hataları itiraf ederek kalkınmayı kamu-yerel-stk ve o yöre insanı olarak birlikte yapmaya karar verdik.
Merkezimiz tarafından belirli dönemlerde aşı kampanyaları düzenlenmekte ve kediler için çok öldürücü olabilen bakteriyal ve viral hastalıklara karşı ithal aşılar (Feligen CRP, Rabisin gibi) ücretsiz olarak bütün Van kedilerine yapılmaktadır.
Van Kedisi Araştırma Merkezi, Van Valiliği ve Van Belediyesi’nin düzenlediği kedi güzellik yarışmaları ile Van kedisinin tanıtımı yapılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışma aynı zamanda kedi besleyen ailelerin hem bilinçlendirilme hem de insanların bakma ve beslenmesine teşvik etmeye yöneliktir. Ayrıca bu yarışmalar yurtiçi ve yurtdışı basında ilgiyle takip edilmekte ve Van Kedilerinin tanıtımına katkıda bulunmaktadır.
Merkezimiz ile Türk Standartları Enstitüsü (TSE) arasında yapılan çalışmalar neticesinde Van Kedileri için belli standartlar ortaya konulmuştur. Bu çalışma ile Van kedilerinin göz renkleri, tüy uzunlukları ve vücut yüksekliği gibi kriterler belirli standartlara oturtulmuştur. Yine merkezimizin Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü nezdindeki girişimleri sonucu 1997 yılında üzerindeki Van Kedisinin resminin bulunduğu “anma pulu” çıkartılmıştır.
Her yıl Ankara’da düzenlenmekte olan “International Pet Show” fuarına katılmak suretiyle Van kedilerinin tanıtımı gerçekleştirilmektedir.
Merkezimiz tarafından Van kedilerinin fizyolojik bir takım özellikleri ortaya çıkartılmaya çalışılmıştır. Ancak bugüne kadar kesinlikle Van kedileri üzerinde deneysel bir çalışma merkezimiz tarafından yapılmamış ve yapılmayacaktır.
100.Yıl Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Van kedisi Araştırma Merkezi bünyesine 2000 yılı başında 65 kedi ile devredilen “Van Kedisi Evi”nde bugün itibari ile 38 dişi, 21 erkek ve 26 yavru olmak üzere tolam 85 adet kedi bulunmaktadır. Bu dönem içerinde Kedi Evinde barındırılan tüm kedilerin karma ve kuduz aşıları yapılmış olup rutin olarak kedilerin sağlık taramaları yapılmaktadır.
Van ili içinde ve il dışından değişik gerekçelerle Kedi Evine bırakılmak istenen kediler aşılı olup olmamaları dikkate alınmaksızın 15 gün süreyle karantina odalarına alınarak gözetim altında tutulmakta ve sağlıklı oldukları tespit edilen kedilerin Kedi Evi bünyesinde barındırılan diğer kedilerle beraber olmalarına izin verilmektedir.
Kedi evini ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı turistlere her türlü kolaylık gösterilerek Van kedilerinin ve Kedi Evinin Türkiye ve dünyaya tanıtılması sağlanmaktadır. Halen Araştırma merkezi 3 profesör, 2 yardımcı doçent iki hizmetli ile Kedi Evinin tüm ihtiyaçları özveriyle karşılanmaya çalışılmaktadır. Ayrıca 100.Yıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Hastanesinin alet, malzeme, laboratuar ve diğer tüm imkanlarından yararlanılmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Şehabettin Öztürk- KEHRİZLER:
Kervanların su ihtiyacını karşılamak için yeraltı tesisleri inşaa edilmiştir. Topografik sebeplerden de Van’da da yapılmıştır. Yalnızca 2 şehirde görülür. Urfa ve Van. Urfa’da 2 adet var. Birinin debisi düşük onun için sadece ikincisi şehire geliyor.
36-48 adet kadar Kehriz var bunlardan 20’sinin güzergahı tespit edilmiştir Taşkonak köyünde bir örneği var. İlk hangi dönem inşa edildiği bilinmiyor. Urartu’dan başladığı tahmin ediliyor. Osmanlı’da su tesisatı kehrizlerle sağlanıyordu. 5-20 km. uzunlukta, 6-10 metre derinlikte kanallar vardır. Bahçe ve tarla sulamanın yanı sıra ses, güzellik ve sohbet etkisi de yaratmıştır. Kavaklar da şehrin süslemesine yardımcı olmuştur. Hamamlar kehrizlerden su kullanır ve kehrizlerden su kullanan kahvelerin yöre halkınca tercih edildiği bilinir. Kençan adında görevlilerce temizliği yapılardı. DSİ bünyesinde kurulan Kençan ekipleri tarafından çoğunun temizliği yapılmıştır. Sofu ve Yengi kehrizlerine ait 99 adet kuyu var ki bunlarda Askeriyenin tüm su ihtiyacını karşılarlardı. 1960’da da Van’ın tüm su ihtiyacını, 1980 den sonra ise yarısını karşılamıştır.
Öğle Yemeği’nden sonra Kültür Havzalarında Yaşamın Değerleri başlıklı oturuma geçildi…
TKB Başkan Vekili (Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı) Dr. Bekir Kumbul‘un yönettiği oturumda şu sunumlar yapıldı:
Ahmet Yenihan- Erbaa Belediye Başkanı; Kelkit Havzası’nda Gelenekler ve Yaşam,
Mehmet Eriş- Ödemiş Belediye Başkanı; Küçük Menderes Havzası’nda Gelenekler ve Yaşam,
Cengiz Varnatopu- TKB Encümen Üyesi (Edirne Belediye Başkanı); Trakya ve Balkanlar’da Gelenekler ve Yaşam,
M. Seyhan Duru- Avanos Belediye Başkanı; Kapadokya’da Gelenekler ve Yaşam
Ahmet Yenihan- Erbaa Belediye Başkanı; Kelkit Havzası’nda Gelenekler ve Yaşam başlıklı konuşmasında özetle şunları söyledi:
Yeni kalkınma vizyonu, ulusal ve ulus-altı düzeylerde kalkınma stratejilerinin hazırlanmasını gerektirmektedir.
Kent kalkınma stratejileri ve sivil insiyatiflerin yönlendiriciliğinde kalkınma, bu vizyonun parçalarıdır.
Kalkınma gündeminin yerelleşmeye yönelmesi bölgelere göre fırsatlar ortaya koyması anlamına gelmektedir.
Hükümetler yeni kalkınma vizyonunun ögelerinden yalnızca biridir. Rolleri hukuksal kurallar ile sınırlıdır. Kalkınma vizyonunu diğer ve en önemli ögesi ise sivil toplumdur.
Zenginleşmek tüm dünyada ve bütün zamanlardaki yönetimlerde başlıca amaçlardan biri olmuştur. Ancak zenginleşmenin doğru ve biçimli olarak gerçekleştiği görülmektedir.
Bu temel doğrular çerçevesinde doğru kalkınma anlamındaki Kamu-Sivil-Yerel-Özel birlikteliğinin en güzel örneklerinden biri ÇEKÜL Vakfı’nın büyük destekleri ile bölgenin yıllardan beri getirdiği kültür ve varolan doğal varlıklar kaybedilmeden gerçekleştirilecektir.
Kelkit Platformu üzerinde yaşayanların içinde olmadıkları başkaları tarafından yönlendirilen bir proje değildir. O yüzden başarılı olacaktır.
Olmak zorundadır. Çünkü adı geçen projenin sahipleri o bölgenin yaşayanlarıdır. Kelkit Platformu projesi salt teknik bir çalışma da değildir. Bölgenin ruhunu kimliğini de özümseyen ve temelde eşit ortaklık ve katılıma dayalı bir yaklaşımdır.
Bizler Kelkit Platformu’nu oluşturan 5 ilin Valiliği, Üniversiteleri, 15 ilçe Belediyeleri ve ÇEKÜL Vakfı ile Kelkit Havzası’nın yaşayanları olarak kendimizi nereye, hangi ilişkiler içine, hangi ağır yüklerle birlikte koyduğumuzu belirledik ve öyle başladık bu projeye.
Kelkit havzası son yıllarda neleri kaybettiğini düşünerek değil görerek öğrendi. Düşüncesizce tüketilen değerlerin dönüşü olmayan biçimde yitirildiğini gördü. ÇEKÜL Vakfı’nın değerli Başkanı Prof. Dr. Metin SÖZEN’e bir kez daha teşekkürü bir borç biliyorum. Çünkü kaybettiklerimizin değerini bizlere gösterdi.
Kelkit Platformu kuşakları birbirine bağlayan değerleri koruyan öge olarak bölgenin doğru kalkınmasını sağlamak için çabalarını sürdürecektir.
Sonuç olarak Kelkit Platformu alışılagelmiş olduğu gibi “Tavandan-tabana “ veya yaygınlaştırılmak yanlış söylemler gibi “Tabandan- tavana” bir sistem için değil, bölgedeki tüm unsurların katılımı ile kamu-Yerel-Sivil-Özel birlikteliğinde ve toplumu oluşturan bütün yaş, cinsiyet ve pozisyon guruplarını da içine alarak Türkiye’ye değil dünyaya örnek olma iddiasındadır.
Yapanlara, yaşatanlara ve yaşatacaklara şükranlarımı arz ediyorum. Saygılarımla.
(Ahmet Yenihan’ın sonradan bize ilettiği Erbaa’da Yaşam Kültürü başlıklı belge için lütfen burayı tıklayınız!)
Tarihi Kentlerde Yaşamın Değerleri
Verilen çay molasından sonra TKB Encümen Üyesi (Kars Belediye Başkanı) Naif Alibeyoğlu, Tarihi Kentlerde Yaşamın Değerleri başlıklı oturumu yönetti.
Bu oturumun sunucuları ve bildiri başlıkları şöyle idi:
İris Şentürk- Antakya Belediye Başkanı; ANTAKYA’da Çok Kültürlü Komşuluklar,
Şehmus Nasıroğlu- Midyat Belediye Başkanı; MİDYAT’ta Çok Kültürlü Gelenekler
Dr. Osman Gürün- Muğla Belediye Başkanı; MUĞLA’da Çok Kültürlü Mimari ve Ortak Yaşam (Gelemedi)
Tekin Bayram- Yalvaç Belediye Başkanı; YALVAÇ’da Çok Kültürlü Mahalle Yaşamı
A. Vahap Kusen – Hasankeyf Belediye Başkanı; Hasankeyf
Vahap Kusen’in konuşması:
Bugün sizlere mezopotamyanın en önemli yerleşim alanlarından bir tanesi olan Hasankeyf’in onbinlerce yıllık tarihini, diğer bir değişle 6000 adet mağarasını veya savaşla alınamayan dünyanın en heybetli kalesini aynı şekilde dünyanın en büyük taş köprüsünü veya Hasankeyf’i yutacak olan ILISU Baraj Projesini anlatmayacağım. Çünkü; gerek basında, gerekse yaptığımız diğer Tarihi Kentler Birliği buluşmalarından bir çoğumuzun az çok bu konuda bir bilgisi bulunmaktadır. Bunu tekrarlamanın anlamsız olduğuna inanıyorum. Bu nedenle; sizlere forumun konusunda belirtildiği gibi Hasankeyf’ten geçmişten geleceğe yaşama kültürü hakkındaki çarpık birkaç karşılaştırma yapmak istiyorum. Zaten Hasankeyf’i diğer Tarihi Kentlerden ayıran faktörde budur. Herkes kentini imar etmek için projeler çizer, bizlerse yok etmek için projeler üretiriz. El alem yaşanmayacak kadar kötü kötü durumdaki kentlerini yaşanır hale getirmek için uğraş verirken, bizler muazzam denecek kadar büyük medeniyetlerin üzerinde yaşadığı kentimizi sulara gömmek için çaba harcarız. Bunun örneklerini çoğaltmak pekala mümkündür.
Peki Hasankeyf’te Geçmişte Yaşam Nasıldı?
Bunu 3 bölüm halinde anlatmanın daha iyi olacağına inanıyorum.
1.Bölüm: Tarih Öncesi Yaşam (Mağara Devri):Sizleri 12 bin yıl öncesine götürme imkanına sahip değilim. Bunu merak edip görmek isteyenler varsa, bu dönemlerde fırat ve dicle havzasında yaşayan ve tarihte mağara sakinleri olmakla tanınan Hurri Mitani, Sümer, Babil, Asur, Medler ve sayamadığım, bir çok medeniyetin yaşam alanlarını görmek ve o dönemde mağaraları kazarken çekiçlerin çıkardığı sesleri hayal etmek ve o duyguyu yaşamak istiyorsanız Hasankeyfteki mağaralar bölümünü gezerek o hazzı yaşamak mümkündür. Tarihte mağara sakinlerinin başkenti olarak kabul edilen ve o dönemden kalan 6 bin adet mağara ile Hasankeyf ilk insanların da hayatlarını idame etmeleri için önemli görevler üstlendiği bir gerçektir.
2.Bölüm: İlk Çağ ve Orta Çağda Hasankeyf’de Yaşam:
İlk çağın başlarında Hasankeyf’in stratejik önemi ve doğu ile batı arasında sınır teşkil ediyor olmasından dolayı doğunun savaş makinası Persler ile batının süper gücü Roma İmparatorluğu arasında büyük savaşlara sahne olduğu bilinmektedir. Ancak Perslerin yaşamları ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Romalılar ise, batı sınırlarını sağlama almak için sınır üssü Hasankeyf’te en büyük ve en büyük ve en heybetli kalelerini yaparak sınırlarını sağlama almışlardır. Böylece Hasankeyf’teki yerleşik hayatın daha güzel hale gelmesine yardımcı olmuşlardır. Bu dönemde şehirli olma yaşantısının en güzel örneklerini yakalama imkanı bulmuşlardır. Mağara yaşantısının yanında büyük taş binaların içinde yaşamın devam ettiğine Roma döneminin içinde saltanatın hüküm sürdüğü tabanında mozayiklerin bulunduğu Büyük Saray’dan anlıyoruz. Peki miraslarına konduğumuz bu insanlar nasıl yaşıyorlardı? Bunu Hasankefteki izlerden yola çıkarak görmek mümkündür. Belki o dönemde elektrik nedir bilinmiyordu. Ama yiyeceklerini soğuk hava deposunu aratmayan mağaralarda stoklayıp korumuşlardır. Yine aynı şekilde o yıllarda buzdolabı ile tanışmışız. Şaşırmayın sakın! Testiye konup mağaranın içine konulan suyun 40 derece ısıda dahi soğukluğu buzdolabının yarattığı buzdolabının yarattığı soğukluktan az değildir. Belki o dönemde pompanın ne olduğu bilinmiyordu ama birleşik kaplar usülünü uygulayarak kayaları oyup 100 metre yükseklikteki ve içinde 2000 mağaranın bulunduğu kalenin her yerinde su taşıyarak mühendislik harikaları yaratıp yaşam standartlarını yükseltmişleridir. Bir atasözümüz; çalışkan insanlar için “ekmeğini taştan çıkarır” diyor. O dönemdeki insanlarımız ekmeklerini taştan çıkardıkları gibi, sularını taştan çıkarmayı başarmışlardır. Kalenin kuşatma altında kaldığı dönemlerde 100 metre yüksekliğindeki kayayı merdivenler şeklinde oyarak Dicle Nehrinin tabanından gizli bir şekilde su ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Yine aynı şekilde binlerce ton kapasitede kaya sarnıçları kazarak yağmur suyundan faydalanmak imkanı yaratmıştır. Hasankeyf M.S. 3. Yüzyılda bizanslılarla tanışmış oluyor. Bu yıllarda mağaralar, hırıstiyanlık ve ibadet mekanları olan mağara kiliselerde islami dönemde de mağara camilerle tanışmış oluyor. Hasankeyf o tarihte süryanilerin psikoposluk merkezi olarak dinsel bir görev üstlenen kutsal bir yerleşim birimi olarak insanlığa hizmet ettiğini görmekteyiz. Miladi 639 yılında Hasankeyf’i Hz. Ömer’in halifeliği döneminde islam ordularının şehri sulhen teslim almalarıyla şehirdeki yaşantıda kötü yönde herhangi bir değişiklik olmamış, islam kültürü ile de daha çok zenginleşmiş, dinler arasındaki hoşgörüyü de başlatmış oluyordu. Emevi, Fatımi, Hamdani ve Marvanilerin yaşama kültürlerinden her hangi bir örnek veremiyorum. Artuklular dönemi; Bu dönem yaşam standartları açısından dünya standartının çok çok üstünde olduğu bir dönemdir. Hasankeyf’in en mamur hali ve orta çağın en görkemli ve yaşama açısından en güzel şehirlerindendir. Çünkü; var olan Ara, Anadolu ve Mezopotomya kültürüne Artukluların gelmesiyle bir de orta asya kültürü eklenmiş, bu eklemeyle Hasankeyf’deki yaşam kültürü bugünkü yaşam kültürümüzden çok daha güzel olduğu doruğa ulaştığı bilinmektedir. El Ceziri ve onun gibi alimlerin ve öğrencilerinin dönemine denk gelen, bu dönemde medreselerde dini ilimlerin yanında tıp, matematik, felsefe, astronomi gibi derslerin okutulduğuna dair bilgilere sahibiz. Mekanik çalışmalar alanında robotlar, su terazileri, fıskiyeler gibi bir çok mekanik aygıtların yapıldığı bilinmektedir. Bu ilimlerin yanında şehir büyük bir imardan geçmiş taş sanatının en güzel örneklerini uygulayarak evler ve saraylar inşa edilmiş ve bu yapılan yapılarda yaşam devam etmiştir. Dicle nehrinden bentler ve kanaletler vasıtasıyla bereketli topraklarda erozyona sebep olmadan her türlü tarımı yapıp, tahıl ve diğer tarım ürünlerini üretip ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Madenleri kullanma kültürü had safhaya çıkmış, kendi adlarına bastırdıkları altın, gümüş paralarla birlikte altından yapılan mutfak malzemelerini tabak, çatal, kaşık, bıçak gibi malzemelerle evlerinin mutfaklarını süslemişlerdir. Bu zenginliğin bir örneğini yol yapımı sırasında toprak altında bulunan bir harabenin tabanından çıkarken bizzat tanık olmuşumdur. Kamyonlar dolusu sikke ve ev malzemeleri ortaya çıkmıştı. İpek yolu güzergahında bulunan Hasankeyf’in o dönemde ticarete de çok önem verildiği, mağara ve diğer taş mekanlarda icra edilen el sanatları ve özellikle de doku sanatının kalıntılarından anlamak mümkündür. Özellikle mağaralarda dokuma tezgahlarının izlerinin yoğunluğu insanı hayretlere düşürmektedir. Bu topraklarda pamuğun üretiliyor olması ve hayvancılığın yoğun bir şekilde yapılıyor olmasıyla elde edilen yünlerle bu tezgahlarda kumaşa dönüşmüş. Üretilen bu kumaşlar ve diğer malzemeler Dicle Su Yolu ile Musul ve Basra’ya kadar ulaştırılmıştır. Öte yandan Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde söylediği gibi dünyanın en büyük taş köprüsünü yaparak Dicle’nin azgın sularının üzerinden geçiş sağlamış. Uzak doğudan batıya kadar birçok yere tacirler vasıtasıyla kervanlarla ticaret yapılmıştır.
Su terazileri,fıskiyeler gibi birçok mekanik aygıtların yapıldığı bilinmektedir. Bu ilimlerin yanında şehir büyük bir imardan geçmiş,ve bu yapılan yapılarda yaşam devam etmiştir. Dicle nehrinden bentler ve kanaletler vasıtasıyla bereketli topraklarda erozyona sebep olmadan her türlü tarımı yapıp,tahıl ve diğer tarım ürünlerini üretip ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Madenleri kullanma kültürü had safhaya çıkmış,kendi adlarına bastırdıkları altın,gümüş paralarla birlikte altından yapılan mutfak malzemelerini tabak,çatal,kaşık,bıçak gibi malzemeler evlerin mutfaklarını süslemiştir. Bu zenginliğin bir örneğini yol yapımı sırasında toprak altında bulunan bir harabenin tabanından çıkarırken bizzat tanık olmuşumdur. Kamyonlar dolusu sikke ve ev malzemeleri ortaya çıkmıştır. İpek yolu güzergahında bulunan Hasankeyf ’in o dönemde ticarete de çok önem verildiği mağara ve diğer taş mekanlarda icra edilen el sanatları ve özelliklede dokuma sanatının kalıntılarından anlamak mümkündür. Özellikle mağaralarda dokuma tezgahlarının izlerinin yoğunluğu insanı hayretlere düşürmektedir. Bu topraklarda pamuğun üretiliyor olması ve hayvancılığın yoğun bir şekilde yapılıyor olması ile elde edilen yünlerle bu tezgahlarda kumaşa dönüşmüş. Üretilen bu kumaşlar ve diğer malzemeler Dicle su yolu ile Musul ve Basra’ya kadar ulaştırılmıştır. Öte yandan Evliya Çelebi’nin seyehatnamesinde söylediği gibi dünyanın en büyük taş köprüsünü yaparak Dicle’nin azgın sularının üzerinden geçiş sağlamış. Uzak Doğu’dan Batı’ya kadar birçok yere tacirler vasıtasıyla kervanlarla ticaret yapılmıştır.
Muassır Medeniyetin en güzel örneklerinin yanında yaşama dağarcığımıza bir de Başkentlik ünvanı eklenmiştir. Çünkü; Hasankeyf Artuklular Dönemi’nde 130 yıl başkentlik yapmıştır. Refah ve zenginlik ile mutlu bir yaşam sürdüren ve Ortaçağ’ın en ileri yaşam standardını yakalayan bu insanlar Eyyübiler’in bu bölgeye hakim olmalarıyla daha da zenginleşmiş, doruğa çıkmış oluyordu. Yine o dönemde eşi benzeri olmayan medreseler, saraylar, hanlar inşa edilmiş, bölgenin sıcaklığını göz önünde bulundurarak, Hasankeyf’e özgü mimari şekilleri, klima ortamını aratmayan izolasyon sistemleri ile yapılan evler bugün dahi okullarda ders kitaplarına konu olacak cinstedir. Yerin 30 metre altından geçen şehrin bütün her tarafında örümcek ağı gibi örülen ve Dicle nehrinin ortasına kadar döşenen ve büyük bir kamyonun geçebileceği bir şekilde kanalizasyon sistemleri, yer altı şehirlerinin mevcudiyeti o yıllarda insanın yaşamını idame etmede gösterdiği çabanın önemini arz etmektedir.
Güzellik timsali minarelerinde ezan okunurken hopörlörlere gerek duyulmamış. Çünkü bunları yapan mimar öyle akustik bir düzen vermiş ki; ezan sesinin en ücra köşelere gitmesini sağlamıştır. Ramazan aylarında iftar v sahur vakitleri için iftar topu atılmaya gerek duyulmamış. Çünkü; yekpare kayadan oluşan büyük bir mancınık taşının Ulu Cami’nin bir köşesindeki dibeğe benzer bir yerde vurulduğunda yaptığı titreşim ve çıkardığı sesle kalede yaşayan 2000’e yakın ailenin iftar ve sahur vakitlerini duyurmaya yetiyordu.
Eyubi sultanı Melik Salih zamanında ekilen ve bizim için Babil’in Asma Bahçeleri’nden dahi daha güzel olan Salihiye Bahçeleri’nde her türlü meyve ve sebze ihtiyaçlarını karşılamış,su değirmeninde buğdayı un edip,tandır ekmeğinin lezzeti ile beslenmiş. Tükettikleri bu ürünlerle yaşamlarını renklendirip,güzelleştirmişlerdir. Bu refahın ve güzelliklerin içinde yaşayan dönemin erkekleri işlerine daha bir şevkle sarılmış,kadınları aynı şekilde yuvasına bakmış,çocuklarını büyütmüştür. Genç kızlar 30 katlı apartman yüksekliğindeki kaledeki mağaralarda bir pencereden o muhteşem vadiyi seyrederek nakış işlemiş,evin küçük çocukları,diğer taraftaki nehir manzaralı pencereden sallarla Musul’a Bağdat’a ve Körfez’e kadar ticaret yapan tacirleri Dicle Nehri’nin masmavi sularının üzerinden el sallayarak uğurluyorlardı. Bu modern yaşama kültürü Moğollar’ın bölgeye gelmesine kadar devam etmiştir. Bütün bölgeyi istila edip yakıp yıkan Hulagu, Hasnkeyf’teki yaşayan insanları öldürmekle kalmayıp şehirde taş üstünde taş bırakmamıştır. Bir insanlık ve kültür soykırımı yapmıştır. O günden sonra Hasankeyf önemini yitirmiş, yaşama kültürü kötüleşerek günümüze kadar gelmiştir.
3.Bölüm:Günümüzde Hasankeyf’de Yaşam:
· İçinde yaşayarak korumamız gereken mağaralarımızı, “bu çağda mağarada yaşanmaz”, “mağarada yaşamak ilkelliktir” deyip, devlet eliyle vatandaşı kaleden indirip, ortaçağın en görkemli kalıntılarını dozerle yerle bir edip yıkarak, hiçbir anlam taşımayan evler yapıp içinde yaşamaya başlamış, mağaraları kaderlerine terk ederek yok olmalarına göz yummuşuz. Bu yetmezmiş gibi 40 yıldır süregelen ILISU Baraj Proje’si ile bir bilinmeze doğru sürüklemiş,sürekli göç vererek başkentlilikten ufak bir yerleşim alanına çevirmiş, çok büyük zenginliklerden açlığa itmiş, Türkiye’nin en fakir ilçelerinden biri halin egelmişiz.
· Kanalizasyon sistemimiz halen yok.Atık sularımız cadde ve mahalle aralarında başıboş dolaşıyor,halk sağlığını tehdit ediyor.
· Dicle su yolunu aşmak için ilkel yöntemlerle karşı tarafa geçerken binlerce insanımız boğulmuş,karayolu köprüsüyle 30 yıl önce tanışmışız.
· Terör nedeniyle boşalan köylerle tek gelir kaynağımız olan hayvancılığı yok etmişiz.
· Şu anda yaptığımız sulama şekli ile fazla su vermek suretiyle ilkel yöntemlerle tarladaki ilaç ve gübre atıklarıyla Dicle nehirindeki canlıları yok ediyor,en verimli toprakları da Dicle’nin maviliğini kızıla çevirerek Basra Körfezi’ne ihraç ediyor, topraklarımızı telef ediyoruz.
· Bir zamanların üniversite şehri Hasankeyf’te “eh, okulumuz var” diyebiliyoruz.
· Minarelerimize aşiretler döneminde, tüfeğimizin menzilini ve delme gücünü test etmek için o güzelim motif ve ayetleri delik deşik etmişiz.
· Medreselerde, Camilerde, o güzelim ortaçağ taş evlerinden taşları sökerek, ahırlarımızı, kümeslerimizi, hiçbir anlam taşımayan evlerimizi inşa etmişiz.
· Bölgenin genelinde bulunan ve altlarından geçerken güneşin dahi görülmediği kadar büyük meşe ağaçlarını yakarak veya keserek ormanlarımızı telef edip,kupkuru bir çöle çevirmişiz.
· Su ihtiyacımızı yıllarca Dicle’nin kış aylarında toprak akan çamurlu suyunu içerek gidermiş, şebeke suyuyla 10 yıl önce tanışmışız.
· Arkeolojik alan deyip, şehrin tümünü halkın içinde yaşadığı bir dönemde 1. ve 2. derece sit alanı ilan edip tescillemiş, koruma altına alıp hukuki bir sorumluluk altına girmişiz. Öte yandan bazı hilelerle hukuku yok sayıp, Moğol Hükümdarı Hulagu’nun yaptığından daha kötüsünü yapmaya, Hasankeyf’i sulara gömmek için büyük çaba sarf etmişiz ve sarf etmeye devam ediyoruz.
· Tarihine, kültürüne sahip çıkmak isteyen insanlarımızı da tehdit edip vatan haini ilan etmişiz.
Tüm bunları alt alta sıraladığımız zaman ortaçağdaki yaşama zenginliğini yok etmiş,iyi bir mirasçı olmadığımız gibi, bu kültür zenginliğinin içinde fukara yaşayıp, yaşama kültürümüzü zehir etmişiz.
Daha sonra Van Kalesi’ne bir gezi yapıldı…
Gezide Prof. Dr. Oktay Belli Urartular’dan kalan çivi yazılı bir mezarlık duvar taşını gösterdi… Üzerinde çocukların oynadığı, hayvanların otladığı… Van’da güneş erken batıyor, güneş batarken ay doğuyordu…