21.yüzyılın kimlikleri yeniden tanımlama çağı olduğunu biliyoruz. Buna insanlar kadar kentler de dahil.

Geçen hafta yapılan Tarihi Kentler Birliği (TKB) Çanakkale Buluşmasından anlıyoruz ki, bu tanımlama çabası yurdumuzun dört bir yanında yoğun bir biçimde devam etmektedir. 2000 yılında 54 tarihi kent belediyesinin katılımıyla kurulan TKB’nin üye belediye sayısı 165’i bulmuş. Başvuranların sayısı her yıl artıyor.

Üye olabilmek için, kentlerin tarihi kimliklerini belirleme ve koruma konusunda ciddi olduklarını somut projelerle kanıtlamaları gerekiyor.

Katman katman uygarlıklar beşiği olan Türkiye için bunun ne kadar heyecan verici bir süreç olduğunu düşünebilirsiniz. Ülkemizin hemen hiçbir yöresinin, örneğin Amerika’daki bazı kentler gibi, kendisine bir geçmiş uydurmasına gerek yok. Buralarda boş yok!

Bu, konunun iyimser yanı. İnsanı kötümserliğe sürükleyen yanları da var.

Birincisi, tarihsel koruma çabalarında çok geç kalınmış olması ve yok ediş sürecinin çok ileri boyutlara ulaşması. Korunacak bir şey kalmamışsa, neyi koruyacaksınız?

İkincisi, tarihi kimlik konusunda kimi kafaların karışık olması. Etnik ve dinsel sınırlamalardan özgürleşmiş, ulus-devlet kavramı hatırına yapay bir mitoloji uydurmak çabasından arınmış, bu toprakların geçmişini bir bütün olarak kucaklayan bir tarih anlayışına ihtiyaç var.

Bir zamanlar “Mavi Anadolu”cuların önerdikleri türden, “fetheden” ile “fethedilen”i birlikte kucaklayan bir tarih anlayışına… Hatta, bir senteze…

İşin ilginç yanı, Türkiye’nin gittikçe daha fazla önem kazanan bir turizm ülkesi haline gelmesi bu süreci destekliyor, geleceği kurtarmak isteyenlerin geçmişe bakmasını zorunlu kılıyor.

Çağdaş kitle turizmi aslında iki ucu keskin bir bıçak. Hızlı yapılaşmayı teşvik ederek doğal güzelliklerin berbat edilmesinde başrolü oynuyor. Ülkeleri paketleyerek sığlaştırıyor, manzaralarını dekora, insanlarını figürana çeviriyor. Gidilen ülke insanına ve kültürüne saygı duyulmasını sağlamak yerine, tam tersine küçümsenmesine yol açabiliyor…

Ancak, özellikle bizim gibi tarih bilinci körelmiş (köreltilmiş?) ülkelerin insanlarını bellek çalışması yapmak zorunda bırakmak gibi önceden tahmin edilmemiş bir yararı da var. Kimlik araştırması birtakım saçma sapan tabuların kaldırılmasını sağlayabiliyor.

Bu sayede insanlarımız yaşadıkları yerlerin kendilerinden önceki dönemlerdeki adlarını hatırlıyor, bundan utanç duymak yerine övünmeleri gerektiğini öğreniyorlar.
Kimliklerini yeniden tanımlarken, o silinmek istenmiş katmanı da bir şekilde yerine koymak zorunda kalıyorlar. Amnezi hastasının adım adım iyileşmesi gibi bir şey…

Tarihi Kentler Birliği’nin çalışmaları medyadan da daha fazla ilgiyi hak ediyor.

Haluk Şahin


Kaynak: Radikal Gazetesi, 10 Eylül 2005

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=163804