27-28 Ocak 2007 tarihinde Kaş Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen TKB Kaş Semineri’nde, TKB Üyeleri yöredeki beldeleri, ilçeleri, antik kentleri de gezme fırsatını buldular. Bu geziler sırasında üyelerimizin ilgisini en çok çeken kent Patara oldu. Uzun yıllardır Patara kazılarını yürüten Prof. Dr. Fahri Işık’ın, Patara Tiyatrosu’nda kent tarihi üzerine yaptığı kısa ve etkileyici konuşma üyelerimize yeni ufuklar açtı… Üyelerimizin isteği üzerine deşifresini yaptığımız konuşmayı yayımlıyoruz.
PATARA KURTULDU
Hiç kuşkusuz Patara ile sadece ulusumuz, ülkemiz değil; aynı zamanda muhteşem bir mirasa sahip olduk. Bu birlik ve dayanışma içerisinde oldu. Bu dayanışmanın bir kolu ÇEKÜL, bizlere katkısı hâlâ devam ediyor. Recep Esengil başkanlığındaki Mimarlar Odası, çalışmalarımıza çok büyük destek verdi. Yalçın Kurt gibi, devlet gibi devlet olanlar bize büyük destek verdi. Amaç iyi olunca Tanrı yardım ediyor.
Patara, sıradan bir kent değil. Bugünkü toplantının konusu kültür turizmi mi, yoksa “3S” turizmi mi? Yani güneş, kum deniz turizmi miydi? Hangisini istersen, Patara’da bulabilirsin. London Times 1998’de dünyanın en güzel kumsalını seçerken Patara’ya birincilik verdi. Şu gördüğünüz ören yeri altı yüz yıl Likya’nın başkentliğini yaptı ve hatta çok büyük bir olasılıkla, iki yüz yıl Pamfilya ile birlikte Perge, Side, Aspendos da dahil olmak üzere Antalya’nın doğusuyla batısıyla, Alanya’dan Dalaman’a kadar olan yörenin de başkentliğini yaptı. Başkent olmanın hiç kuşkusuz kültürel getirisi olacak. Anadolu’da hiçbir kent böyle muhteşem bir kumsalı böylesine değerli bir tarihsel hazineyle buluşturamamıştır. Bu nedenle, eğer biz Patara’yı ülkenin turizmine yönelik -ister doğa turizmi olsun ister kültür turizmi olsun- yeterince değerlendiremezsek yazıklar olsun bize! Böylesine bir değer bir başka ülkenin elinde olsa daha neler olur, neler yapılabilir bilmiyorum. Ama biz önce korunsun istedik, korunduktan sonra bu ülkede arkeolojinin geleceği var. Buradaki kazı beş yüz yıl sürer. Çünkü burası yüz hektarı aşkın bir kent. Efes büyüklüğünde, belki ondan daha büyük bir alanı kaplıyor. Eğer korunmamışsa, korunmayacaksa burayı kazmanın hiçbir anlamı yok. Bizim çıkış noktamız buydu: Önce koruma. Bu nedenle başlangıç dönemlerinde gücümüzü ne yazık ki korumaya yönelik olarak harcamak zorunda kaldık. Ama buraya bir kaymakam geldi ve birden bire Patara’nın yazgısını değiştirdi. Belediye başkanlarını topladı. Herkesten gücüne göre işçi istedi.
Şurada gördüğünüz beyazlıklar (Prof. Dr. Işık, tiyatronun alt merdivenlerini gösteriyor) kumla doluydu. Sadece şu tiyatronun içerisinden 3500 kamyon kum taşındı. Şu gördüğünüz meclis binasından hiçbir şey gözükmüyordu ve hiçbir kitapta meclis binasının varlığından bile söz edilmiyordu. Orayı da açtık. Şu gördüğümüz alandan yaklaşık 7000-8000 kamyon kum taşıdık. Devlet gibi bir devletin başlattığı böylesine bir atılımla, Patara’da çok az zamanda çok büyük işler yaptık. Kazısı daha üç yıl sürecek. Üç yıl sonra sanırım restorasyona başlayacağız. Meclis binası kazısı bitti. Kentin ana caddesinin bilimsel çalışması tamamlandı. Arka taraftaki alanın (Prof. Dr. Işık, meclis binasıyla kent girişi arasındaki bölümü gösteriyor) çalışması da Anadolu Üniversitesi’nden bir doçent arkadaş tarafından hazırlanıyor.
Türkiye’de ilk defa bir ilki gerçekleştiriyoruz. Ne yazık ki ülkemizde, arkeoloji bölümlerinde kim doçent olursa hemen kazı sahibi olmak istiyor. Bu durum şimdi yardımcı doçentliğe kadar indi. Artık her yardımcı doçent bir kazı yeri alabilir. Bir bakıyorsunuz, bir bölümde altı-yedi kazı var. Bilimsel, parasal güç dağılıyor ve sonuçta iş ortaya çıkmıyor. Biz dedik ki sadece bir bölümde bir tek kazı olmasın onun da ötesinde böylesine büyük kazı merkezlerinde büyük üniversiteler bir araya gelsin, sonuçta oluşacak o güç birliği içerisinde daha güzel işler yapılabilsin. Sanıyorum ki bu işi biz başaracağız. Patara çok kısa zamanda ayağa kalkar duruma gelecek. Bizim ilk hedefimiz açtığımız bu devlet yapılarını restore etmek. Sonra başka devlet yapılarına, diğer anıtlara geçmek.
Yalçın Kurt daha önceki konuşmalarımızda bana çok büyük umutlar vermişti ve her seferinde bu umutlar gerçek oldu. Yeter ki biz, akılcı projelerle başvuralım. Bu başvuruların sonunda mutlaka istediğimizi alırız.
En az 7000 ton toprak deniz feneri kazısından çıktı. Böylece dünyanın ayakta kalmış ilk deniz feneri gün yüzüne çıktı. Orada da Eskişehir Anadolu Üniversitesi ile işbirliği içerisinde çalışacağız. Çalışmalar o yönde ilerliyor. Bu plan ve projelerle sanıyorum ki Türkiye kazı tarihinde bir ilki gerçekleştireceğiz. Ama bizim asıl hedefimiz, böylesine kültürel ve doğal dokuya sahip muhteşem bir kenti ülkemiz turizmine kazandırmak, sadece bilimsel değer olarak değil. Bu yönde hiçbir adım atmadık. Bu yönde adım atabilmek için çok önemli projelere ihtiyacımız var. Her şeyden önce bir gezi yoluna ihtiyacımız var. Tanıtıma yönelik çok büyük eksikliklerimiz var. Tanıtım olmadan hiçbir şey olmaz. Her şeyin başı tanıtımdır. Patara’yı insanlara tanıtmadıktan sonra onun hiçbir anlamı yoktur. İşte bu yıl Anadolu Üniversitesi’nden gelen bir televizyon ekibi, Patara’nın tanıtımında ilk önemli adımı attı. Önce ulusa sonra bütün dünyaya tanıtma seferberliğine başlayacağız.
Diyeceksiniz ki neden Patara? Patara kazılarının başkanlığını almak için 1981-88 arası yani yedi yıl genel müdürlük bana izin vermedi. Bu yedi yıl beklememin bir nedeni vardı. Çünkü Likya, Yunan’dı, bir Yunan Uygarlığı’ydı, Likya Sanatı bir Yunan Sanatı’ydı. Bilim dünyasında böylesine bir kandırmaca vardı. Bizim yerli arkeologlarımızın da katıldığı bir kandırmaca… Bizim amacımız bunun gerçek olmadığını bütün dünyaya duyurmaktı. Hiç kuşkusuz böylesine önemli bir iddia için belki yıllar geçecekti. Ama o yönde de tanrı bize yardım etti. Kazımızın ikinci yılından başlayarak, İ.Ö. 700 yılından evvel hiçbir Likya kentinde yerleşme yoktur denildiği bir ortamda, İ.Ö. ikinci bin yıl buluntularını gün yüzüne çıkarmaya başladık. Ve karşıda gördüğünüz tepecikte geçen yıl yaptığımız kazılar sonucunda İ.Ö. üçüncü bin yıl sonuna ait çömlek parçaları ele geçmeye başladı. Burada Bakır Çağ diye anlatılan İ.Ö. dördüncü bin yıla yani kalkolitik dönemine inebileceğiz. Nasıl ki yüzyılı aşkın bir dönem Perge, bir Yunan kuruluşudur dendi, nasıl ki Perge akropolünde yapılan kazılar sözde İ.Ö 1200’de Yunanlar tarafından kurulan Perge’nin tarihini iki bin yıl daha geriye götürdü ve oranın bir Anadolu yerleşimi olduğunu ortaya koydu. İşte Patara’da ortaya çıkan bilimsel gerçeklik bu. En ilginç yanı, bizden önce Likya’da kazı yapan Avusturyalılar, Fransızlar hep İ.Ö. 700’den önce burada bir yerleşimden söz etmek mümkün değildir, 700 civarında ortaya çıkan kültür Yunan kültürüdür, sanatı da Yunan sanatıdır, böylece biz bu uygarlığı ancak ve ancak Yunan deyimiyle tanımlayabiliriz dediler. Ne zaman ki Patara’da çömlek parçaları Yunan’dan önceki döneme tarihlenmeye başladı, onlar da “evet bizde de bunlar vardı” dediler.
Havva İşkan, Yunan’da başlayan “Likya Boğaları” konusunda Almanca bir makale yazmıştı. Onun makalesinden bir yıl sonra, yani bundan iki yıl önce Fransızlar, yeni Hitit etkisinde boğalar ortaya çıkardılar. İşin ilginç yanı, Fransızların kazı yaptığı Ksantos’ta geçen yıl sanki bir Hitit ustasının elinden çıkmışçasına bir başka eser daha ortaya çıktı,. Ve de diyor ki Fransız kazıcı, artık Likya’nın kültür tarihini değiştirme zamanı gelmiştir. Diyemiyor ki Havva İşkan’la Fahri Işık on beş yıldır değiştirmeye başladı. Hiç önemli değil, başkaları ne der ne demez, biz yabancı ve yerli dilde bunları yazmışızdır. Bizim için önemli olan tarihsel bir gerçeği ortaya koymuş olmaktır. Bu amaçla da başarıya ulaşmış olmaktır. Çünkü bu gerçek sadece ve sadece Likya’yı ve Patara’yı ya da Ksantos’u bağlayan bir gerçek olmaktan öte, Anadolu’nun batı kıyılarını da içine alan büyük bir gerçektir.
Bundan bir ay kadar önce benim bir öğrencim Mahir Atıcı, “Hocam Torbalı Ovası’nda bir Hitit steli buldum” dedi. Sen delirmişsin Mahir, dedim. Hocam sizinle birlikte yayınlamak istiyorum, dedi. Geçen hafta İstanbul’da Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde Hattuşa Kazı Başkanı’na söylemiş Havva İşkan bunu. Bitti Havva Hanım, bitti artık bu iş demiş, Enstitü Başkanı… Yani Anadolu’nun batısında Yunan arayanlar artık fazla aramasın anlamında bitti bu iş demiş. Evet bu iş bitti. Çünkü Likya’yla birlikte Batı Anadolu’da Yunan uygarlığının varlığı artık sorgulanmaya başladı. Çünkü sözüm ona Likya’da koloni kentleri kuran Yunanlar, Batı Anadolu’da da koloni kentleri kurmuşlardı. İonya denilen yer onların merkeziydi. Bir ay önce Mahir Atıcı’nın bulduğu stel, İonya’nın da tam göbeğinde Torbalı Ovası’nda. Yani en azından üç metre yüksekliğinde ve insanların taşıyabilmesi mümkün değil ki bir başka yerden oraya getirilmiş olsun. Karabek kabartması var biliyorsunuz yine o civarda bir Hitit kabartması. Manisa’da da var bir Hitit kabartması. Son zamanlarda Çeşme’de bir Hitit yerleşimi ortaya çıktı. Metropolis’te Recep Bey, bir Hitit mührü buldu. Bundan sonra, Batı Anadolu eğer bugünkü Batı uygarlığının yaratıcısı ise, ki bunu hiç kimse yadsımıyor… Eğer o Batı Anadolu’da bu uygarlığı yaratanlar, yerli Anadolu halkaları ise bu iş gerçekten bitti… O nedenle Patara’nın bilime kazandırdığı çok şeyler var. Ne acıdır ki, başkalarının cesaret edemediği şeyler bunlar. Hâlâ bizim ortaya koyduğumuz gerçekleri, bir yabancı bulduğu yeni bulgularla doğruladığı halde, kendi aramızda “evet bunlar doğrudur” diyemeyenler var.
ÇEKÜL’cü olmak kolay değil, ÇEKÜL’cü olmak gerçeğin peşini bırakmamak anlamındadır. O gerçek beni nereye götürür hiç önemli değildir. O gerçeğin götürdüğü yol hiç kuşkusuz doğru yoldur. Biz yirmi yıldır gerek İonya konusunda, gerek Likya konusunda yazdıklarımıza batıdan ya da yerli bilginlerimizden herhangi bir olumsuz yanıt alamıyorsak, sanırım bu işin doğruluğunun bir belgesidir.
Bizim önemli bir sonuca gitmemiz lazım… Nedir bu sonuç? Bence sonuç kültür turizmidir. Nasıl bir kültür turizmi? Batı dünyasında bir yutturmaca var, her şey Yunan. Ama bu Yunan denilen her şey Anadolu’nun batısında ve buralarda yaratılmış, hiçbir bilim adamı sormamış ki yahu bu nasıl Yunan? Kendi toprağında su mu çıktı da burada yaratılıyor her şey? Ama bu sorulacak.
Amerikalı senatör geldi, gezdirdim Patara’yı. Amacı tiyatroya yardım etmek. Meclisin önündeyiz, ben meclisi anlattım. Meclisin Amerika için de bir önemi vardır, dedim. Ne diye, sordu. Dedim ki, sizin anayasanız Likya Anayasası’ndan etkilenmiş. Şaşırdı ve iki ay sonra yeniden geldi. 1780’li yıllarda zabıtlarını bulmuş. Zabıtlardaki bazı cümlelerin altını Hamilton ve Madison hep çizmişler. Bu cümlelerde hep “Likya Birliği” geçiyor. Neden? Çünkü onlardan 520 yıl önce yasaların ruhu üzerine bir kitap yazıyor ünlü Fransız aydınlanmacı Montesquieu, Amerika’daki ve kendi zamanına kadarki bütün demokrasileri inceliyor. En son diyor ki “biri bana dese ki en iyi demokrasi hangisi, ben de derim ki Likya Birliği Demokrasisi”… İşte Madison ve Hamilton buna okumuşlar. Montesquieu bunu dediğine göre bu demokrasiyi bir inceleyelim demişler. Amerika inandı buna… Amerikalı, tutunacak yani kendi kültürünü oluşturacak bir kök buldu burada ve buna sarıldı. Biz, şimdiye kadar yazdık da ne oldu? Bütün Türkiye’deki arkeologlar yazsa ne olacak? Derler ki, hayır canım en iyi demokrasi Atina Demokrasisi. Çünkü bunu herkes öyle biliyor… Amerikalılar Patara’da bir etkinlik yaparlarsa ve bütün dünya bunu öğrenirse, o zaman ben de şunu söyleyeceğim: Hani Atina’ydı en iyi demokrasi! Hani bugünkü AB, ABD, hani bugünkü Batı demokratik yöntemini Atina’ya borçluydu!
Bırakalım sanatını bırakalım kültürünü…Batı demokrasisinin temelinde bile şu mecliste toplanan insanların verdiği kararlar var. İşte budur bizim geleceğe yönelik turizm hedefimiz… Şurayı restore ettikten sonra herkese diyebilmeliyiz ki, bakın işte bu Montesquieu’nün sözü bakın bu Hamilton ve Madison’ın meclise yönelik tutanakları… Bakın bu Amerika anayasası ve bakın bu Likya ve burası Anadolu.
İki büyük tanrı vardır Yunan dünyasında: Biri Dionisos’dur diğeri Apollo. Herkes bilir ki bu iki tanrıyı at, gerisi bir şey değil. Dionisos’un Anadoluluğunu zaten Öipides’in kendisi söylüyor. Komedyasında soru sorduruyor Dionisos’a, sen nerelisin diye… Ta diyor, oradan geldim ben uzaktan, yani ben Lidya’dan geldim diyor. Bugünkü Manisa, Alaşehir, Turgutlu, Salihli… Nerden gelebilir şarap tanrısı? Geriye kaldı Apollo. Yüzyıl kadar önce birkaç bilgin diyor ki; Likyalıdır o. Ama ne oluyorsa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir akım her şeyi yeniden Yunanlaştırıyor. Her şey doğudan doğar akımı kapanıyor. 1950 yılı dolaylarında Ziya Taşlıklıoğlu, Apollon konusunda doktora yapıyor ve o da ayını sonuca varıyor. Likyalı’dır, Pataralı’dır Apollon, diyor. Yalan nerelerden dönüyor. Yunanlar, Anadolu’ya gelip de İ.Ö. 12.,11.,10. yüzyıllarda sömürge kentleri kurdukları yalanını mitoslara, destanlara yazmışlar. Bir tarih yok, çünkü yazı yok ve bu destanlar İ.Ö. 5. yüzyılda Atina’da yazılmış. Aradan geçmiş yedi yüz yıl. Sen neyi anımsayabilirsin ki her şeyi destana bağlayıp Anadolu’yu Yunanlaştırasın. Burada da destan yazmışlar Apollon için: Apollon’un doğum ilahisi. Diyor ki destan: “Leto’nun sancıları artmıştı; ama hiçbir toprak onu kabullenmiyordu. Çünkü Hera bütün topraklara haber salmıştı. Leto topraklara basmayacak ve Apollon’u doğurmayacak. Çünkü o Zeus’tan gebe kalmıştı. En son aşamada Poseidon acıyor ve kayalık Delos Adası’na gelindiğinde büyük bir dalgayla örtüyor Leto’nun üzerini… Leto, Delos Adası’na çıkıyor ve o ara doğum tanrıçasını getiriyorlar Olimpos’tan kandırmacayla… Doğum tanrıçası Leto’yu toprağa diz çöktürüyor. Yeşil çimenin üzerine ellerini arkasına bağlıyor ama nereye, bir hurma ağacına… O hurmalık için Yunan mitosunda deniyor ki; Delos’ta bir hac yerine dönüşmüştü, çünkü orası “Leto Hurmalığı” adı altında Apollo’nun doğum yeri olarak kaldı. Bir de göl vardı. O göle “Tekerlek Gölü” denirdi. O göl de oğul Apollon’a kutsandı.
Delos’ta ot bitmez ki hurma bitsin… Leto da diyor ki; şu karşıda gördüğünüz hamamın yanı başında yaşı 1000-2000 yılına kadar giden bir tarihsel hurmalık var. Ve onun yanı başında antik bir liman ve göl var. Adı Tekerlek Gölü. İşte hurmalık işte yanı başında Tekerlek Gölü. Delos’ta ne o var ne diğeri… Ve Yunanlar daha o zaman diyor ki tanrı altı yaz ayı Delos’taydı kehanet dağıtırdı, altı kış ayı da Patara’ya giderdi. Yunan kendinin olan bir şeyi paylaşır mı, Apollon onun olsaydı da Patara’ya gönderir miydi? Belli ki kendisinin değil. Yunan bugün de aynı hiçbir şey değişmedi. Homeros İlyada Destanı’nda ona Lokagenes yani Likya soylu diyor. Ve her şey burada düğümleniyor… Yani Apollon’un Pataralılığı’nda. Antik dönemde hac yeri olan bir yer, şimdi hac yeri olmaz mı? Ve bırakalım eskiyi. Bugün Hristiyanlığın tapındığı en büyük ermiş kimdir? Aziz Nicolas… Burada doğmuştur… Burada yetişmiştir, ileri bir yaşta bilgeliği arttığında Demre’ye göndermişlerdir ve orada ölmüştür.
Şimdi biz burada kültür turizmi yapmayalım da nerede yapalım? Biz geleceğe yönelik olarak Patara’da çok şey yapmaya talibiz ve herkesin bu konuda bize desteğini bekliyoruz. Biz öyle bir hazineye burada sahip çıktık ki bunun hiçbir yanlışla yok edilmesine izin vermeyeceğiz. Sizin burada olmanız bize büyük bir destektir. Artık bütün dünyada kültür turizminin geçerli olduğunu biliyoruz. Halkın hâlâ beyinlerinin bir köşesinde, bu kumsal olmazsa kim gelir düşüncesi var. İşte kumsal burada… Kimse gelmedi yıllardır… Bu konuda halkın bilinçlendirilmesini istiyorum.
Prof. Dr. Fahri Işık
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Patara Kazısı Başkanı